***
Edward yanında cariyesi ile prensesin odasından ayrılırken ayakta olan hizmetlilere odalarına çekilmelerini söylemişti. Yanlarında önünü aydınlatan hizmetliden başka kimse yoktu. Nadia’nın aklının karıştığının farındaydı. Daha önce görmediği bir ana tanıklık etmişti. Edward onun haini düşündükçe çocukken kendisini ilk buz kalıbına sakladığı zaman gitmişti. Hizmetlisinin onu kalıbın içinde görünce attığı çığlık hala kulaklarında yankılanırken birden gülmüştü. En azından Nadia çığlık atmamıştı. Nadia’nın odasına geldiklerinde kral ayrılmak üzereyken genç kadın aklına gelenle onu durdurmuştu.
“Kralım, size söylemem gereken bir şey var.” Edward merakla kadına bakarken Nadia etrafına bakınarak “Önemli,” dediğinde Edward hizmetliyi göndererek geceyi cariyesinin odasına geçireceğini bildirmişti. Kralın her hareketi kayıt altına tutuluyordu. Hangi gece ne yaptığı, hangi gece hangi eşiyle kaldığı mutlaka kayıt altına tutulurdu. Bu şekilde aile düzeni ve kralın güvenliği sağlanıyordu. İkili odaya girdiğinde Edward kadının önünden yerdeki rahat yastıkların üzerine çökmüştü.
“Bu gün Elizabeth’in odasında ne yaptığını sana sormayacağım. Biliyorsun, geç saatte prens ve prenseslerin odasına gidilmesi uygun değildir. Güvenliğiniz için bir daha yapmayın.” Nadia asil kandan olanların gece ne yapacakları belli olmadığı için uyurken yanlarına gidilmemesi önem teşkil ediyordu. Bu yüzden kral hiçbir eşinin odasında sabaha kadar kalmıyordu.
“Sabah prenses oldukça üzgündü. Onu görmek istemiştim.”
“Anlıyorum ama bir daha bunu yapmazsanız sevinirim. Üstelik iki canlısınız.”
“Anlamadım?” Nadia şaşkınlıkla krala bakarken Edward kadının yüz ifadesine gülümsemişti.
“Size söylemediler mi? Bu gün sizi kontrol etmeleri için hekimleri göndermiştim.” Nadia başını iki yana sallarken Edward’ın kaşları çatılmıştı.
“Bana söylemediler Kralım, sadece kan sorunum olduğu için başımın döndüğünü söylediler.” Kral duyduklarından hiç hoşlanmamıştı. Nadia’nın hamile olduğuna emindi. Elizabeth’in yanılmasına imkan yoktu. Düşünceli bir şekilde Nadia’ya bakarken kadının da yüzü asılmıştı.
“Neyse, benimle ne konulacaktın?”
“Bu gece prensesin odasına giderken koridorda iki asker ve daha önce sarayda görmediğim iki adamla karşılaştım.”
“Kadınlar bölümüne erkeklerin girmesi yasaktır. Bunu tüm askerlerim bilir. Nasıl emre itaat etmezler.” Edward elini sıkarken Nadia yutkunarak kralın ateş saçan gözlerine bakmıştı.
“Askerlerin bir suçu yok, onları kraliçe çağırmış.”
“Kraliçe mi? Kraliçenin o saatte yabancı erkeklerle ne işi olabilir?” Kral iyice öfkelenmişti. Bu işin arkasını bırakamayacaktı.
“Asıl önemli olan başka bir şey var kralım. Kraliçe adamlara bir çocuğu bulmaları için emir verdi. Üstelik onu öldür…” Nadia son sözleri söylemeye cesaret edememişti. Edward onun ne demek istediğini anlayınca hızla yerinden kalkmıştı. Nadia’ya bakarak “Bunu kendi ağzından duydun mu?” diye sorduğunda Nadia başını sağa sola sallayarak “Hayır,” dedi. “Adamların düşüncelerin de çocuğun geçit köyünde olduğunu öğrendim. Ben…” Kral kadının sözleri ile hızla kapıya giderek odadan ayrılmıştı. Adrian’ın yerini öğrenmelerine imkan yoktu. Aralarında hain olduğunu anlayan Edward yeğenini korumak için hazırlık yapmalıydı. Askerlere Ronald’ı çağırmasını söyleyerek odasına giderken birkaç dakika sonra yardımcısı ile atının üzerinde saraydan ayrılmıştı.
“Kralım, nereye gidiyoruz?”
“Kraliçe, Adrian’ın yerini öğrenmiş. Onu öldürmesi için adam gönderiyor.”
“Ama kralım, bu imkansız.”
“Demek ki değilmiş? Adamlarımızın içinde hain olmalı. Kraliçenin adamları yapamadan hain yeğenime zarar verebilir.” Atlarını daha da hızlandırırken Edward adamlardan önce yeğenine ulaşmaya çalışıyordu. İki saatlik yolu atları çatlatırcasına koşturarak bir buçuk saatte gelmişlerdi. Adamlar burayı bilse de onlardan önce gelmelerine imkan yoktu. Kral arada kaybettikleri zamanı kesme yollarla kapattığını düşünüyordu. Adrian’ın kaldığı eve geldiklerinde kimseye görünmeden içeriye girdiler. Prensin kaldığı odaya girdiklerinde ise Edward Ronald’ı geri bırakarak çocuğun yatağına yaklaştı. Küçük çocuk güvendeydi. Gördükleri karşısında gülümseyerek yeğeninin de kızı gibi bu gece buz kalıbında uyuduğunu görünce başını iki yana salladı.
“Siz iki kuzen, nasıl bu kadar uyumlu olabilirsiniz.” Edward gözlerini kapatarak konsantre olup yakıcı buza elini uzattı. Onu ancak kendisi uyandırabilirdi. Eli buza değdiği anda erimeye başlarken birkaç saniyede yatak koca bir kova su dökülmüş gibi ıslanmıştı. Adrian ıslaklıkla hızla yatağından kalkarken karşısında dayısını görünce duraksamış, sonrada sevinçle ona sarılmıştı.
“Dayıcım?”
“Sakin ol delikanlı, hadi kalkman gerek.” Adrian kralın arkasında ki Ronald’ı görünce endişeyle krala bakmıştı. Onun kimliğini bildiğinden haberi yoktu. Çocuğun tedirgin olduğunu anlayan kral elini sırtına koyarak Ronald’ın yanına yaklaştırdı.
“Ronald benim güvendiğim tek kişi Adrian, senin de ona güvenmeni istiyorum. Buradan gitmeliyiz.”
“Neden, beni buldular mı?” Kral başını sallarken dışarıdan gelen kılıç sesleri ile dişlerini sıkmıştı. Anlaşılan bu gece kıyım olacaktı. “Ronald, prensi buradan götürmelisin.” Adrian başını iki yana sallayarak “Olmaz,” dese de kral yeğeninin güvende olduğundan emin olacaktı. Odanın kapısı gürültüyle açıldığında Edward küçük çocuğu arkasına almıştı. Çocuğun yalnız olduğunu düşünen adamlar karşısında duran Edward ve Ronald ile duraksamıştı.
“Çocuğu bize verin, size dokunmayalım.” Adamlardan biri konuşunda kral gülümseyerek danışmanına bakmıştı.
“Duydun mu Ronald, çocuğu istiyorlar.”
“Duydum kralım,” Ronald’ın ‘kralım’ dediğini duyan adam korkuyla gözlerini açarken elinde ki kılıç istem dışı havalanmıştı. Edward savunmaya geçeceği sırada odaya giren adamların hareketsiz kaldıklarını görünce duraksamıştı. Bakışları yanında gözlerinin rengi kopkoyu olan yeğenine döndüğünde ise adamları onun dondurduğunu anlamıştı.
“Adrian, bırak şerefleriyle ölsünler. Bu şekilde ölmemeliler.” Adrian dayısının sözleri ile bakışlarını çekerken gülümseyerek krala bakıp “Peki dayıcım,” dediğinde adamlar yutkunmadan edememişti. Neyin içine düştüklerini bilmiyorlardı.
“Kralım,” Edward onları duymayarak hepsini derdest etti.
“Size ülkemde hiçbir çocuğa zarar verilmeyeceğini açıkça bildirmiş olmalıyım. Siz ise küçük bir çocuğu öldürmek için buraya kadar geldiniz. Üstelik o çocuk benim kanımdan.”
“Kralım, bize hain olduğu söylenildi.”
“Kim söyledi?” Kralın kati sesi adamları titretirken onların konuşmayacağını bakışlarından anlamıştı. Kraliçeden ölesiye korkuyorlardı. Ahmaklar asıl korkmaları gereken kişinin karşısında olduğundan habersizlerdi. Onları öldürmekten vazgeçen Edward danışmanına dönerek “Onların icabına bakın, yaşasınlar ama konuşamasınlar.” Edward’ın sözlerini duyan adamlar yalvarmaya başlasalar da kralın emri katiydi.
“Bir dahaki sefere bu kadar ucuz kurtulamazsınız. Götürün!” Ronald sadık askerleri ile adamları götürürken Edward yeğenini alarak ifşa olan evden ayrılmıştı.
“Nereye gidiyoruz dayıcım?”
“Seni güvendiğim birine bırakacağım.”
“Beni neden saraya götürmüyorsun?” Edward çocuğun saçlarını okşayarak atının üzerine oturtmuştu.
“Bu gece gelen adamlar kral Alexix’in adamları değildi Adrian, onlar saraydan gönderildi. Sarayda babanla akraba olan kişiler var. Başta kraliçe.” Çocuk üzgün bir şekilde dayısına bakarken ikili karanlık orman yoluna çoktan girmişti. İkisi de sessizdi.
“Senin oğlun var mı dayı?” Edward çocuğun sorusuna gülerek “Seninle yaş bir oğlum var Adrian. Ayrıca üç tane de prensesim var.”
“Öyle mi? Onları seviyor musun?” Adrian’ın sorusu adamın içini acıtmıştı.
“Evet, seviyorum.”
“Keşke benim babamda beni sevseydi. Ama onunla hesaplaşacağım. Anneme yaptıklarının hesabını verecek.” Küçük çocuğun sözleri ile duraksayan Edward kararlı sesi karşısında şaşkına dönmüştü. Bu yaşta böyle intikam beslemek Edward’a göre iyi değildi.
“Babanın seni sevip sevmediğini bilemeyiz Adrian, bazen krallar baba gibi düşünemez. Ülkesi için çocuğundan vazgeçebilir.”
“Bunu biliyorum, annemde söylemişti ama benim babam senin gibi iyi bir kral değil. O halkına kötü davranıyor.”
“O zaman sende büyüyünce halkını korumaya çalışırsın.” Edward ağzından çıkan sözlere kendisi bile şaşırıştı. Adrian ardına dönerek dayısına bakmıştı.
“Sence babamın yerine geçebilir miyim?”
“Elbette, kanuna göre sen onun ilk erkek evladısın.”
“Ama annem, kral olmamam için beni öldürmek istediklerini söyledi. Biz kaçtık, nasıl kral olacağım ki?”
“Sen istiyor musun bunu, babanın yerinde olmayı?”
“Ben kral olursam babam gibi olmam. Annem gibi kadınlara eziyet eden biri gibi olmak istemiyorum.” Adrian’ın her sözü Edward’ı gururlandırıyordu. İlk kez onu krallık için yetiştirmeyi düşünmüştü. Şimdiye kadar kendini koruması ve gücünü keşfetmesi için yeğenini yetiştirirken bundan sonra onu düşman krallığın başına geçebilmesi için yetiştirecekti.
“Seni iyi bir kral yapacağım. Adrian, çok çalışmalısın.”
“Çok çalışacağım dayı, hem kuzenimle de tanışırım o zaman.”
“Kuzenlerinle tanışacaksın ama zamanı değil. Biraz daha büyüdüğünde seni kraliyet askerlerinin arasına alacağım. Hem bana hem de kuzenlerine yakın olabileceksin. Sınavlarda başarılı olursan saray yetkilisi bile olabilirsin.”
“Gerçekten mi?”
“Elbette, ama bana bir söz vermeni istiyorum. Ne olursa olsun prens Drew’e destek olacaksın. O da senin yanında olacak. Birlikte büyüyüp birlikte kral nasıl olunur öğreneceksiniz.” Adrian dayısının her sözünde heyecanlanıyordu. Aceleyle başını sallarken yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.
“Söyle bakalım, bu gece neden buz kalıbındaydın?” Adrian bir süre sustuktan sonra verdiği cevapla kralı şaşkına çevirmişti.
“Çünkü gelecekteki eşim buz kalıbındaydı.” Edward aldığı cevapla atını durdururken Adrian dayısına bakarak “Geldik mi dayı?” diye sormuştu.
“Az önce ne dedin sen?”
“Ben mi? Geldik mi dedim?” Çocuğun aklı karışmıştı. Bakışlarından bunu anlayabiliyordu.
“Onu demedim. Buz kalıbında neden yattığını söylüyordun.”
“Evet, bazen garip şekillerde uyuyorum. Annemin dediğine göre gelecekteki eşimi hissediyormuşum.”
“Öyle mi? Annen bunu nasıl anladı?”
“Onu rüyamda gördüm. Çok güzel bir bebekti. Etrafa ışıklar saçıyordu. Oda beni gördü, bana gülümsediğinde tüm oda aydınlandı. Başta korktum ama annem korkmamamı söyledi. Eşimin doğduğunu…” Çocuk utanarak bakışlarını kaçırmıştı. Edward duyduklarına inanamıyordu. Adrian doğru söylüyorsa onun da Elizabeth kadar güçlü olması gerekiyordu. Başını iki yana sallayan kral atını yeniden hareketlendirerek konuşmayı dürdürdü.
“Artık büyüdünüz, eşini nasıl tanıyacaksın?” Kral yeğenine şaka yapıyor gibi görünse de oldukça ciddiydi.
“Ben onu tanırım. Aklım tanımasa bile bedenim tanırmış.”
“Nasıl olacak o?”
“Annem okuduğu bir kitapta çift olarak doğanların bedenlerinin yan yana geldiğinde tamamlanmış olduğunu söyledi. Ben değil ama bedenim anlayacakmış.” Edward ilk kez aklının karıştığını hissediyordu. Sorularını cevaplayacak tek kişi kardeşiydi. Almira’yı bulmak zorundaydı. At birkaç saat daha ilerledikten sonra kollarında uyuyan küçük çocuğun uyuduğunu fark edince atını durdurarak yavaşça aşağı inmişti. Bir süre hem atının hem de kendilerinin dinlenmesi gerekiyordu. Bu gece olanları düşündükçe kraliçenin izlenmesi gerektiğine karar verdi.
***
Odasında sürekli dolanan genç kadın oldukça endişeliydi kralın acele ile saraydan ayrılması onu korkutmaya yetmişti. Kralın güvende olacağını bilse de endişelenmeden edemiyordu. Aklına prensesin buz kalıbında ki görüntüsü gelince birden ürpermişti. Düşünmek bile kadın üşümesine yetiyordu. Yüzünde istem dışı bir gülümseme oluştu.
“Ah Elizabeth,” diyerek başını iki yana salladı. Kapının önünde hareketlilik görünce kaşları çatıldı. Odanın içi yeterince aydınlık değildi. Kapının yavaşça açılması ve içeriye giren kişiye dikkatle bakan Nadia kimin geldiğini anlamaya çalışıyordu. Loş ışıkta oynaşan gölgenin küçüklüğü kaşlarını daha da çatmasına neden oldu. Kapının aynı yavaşlıkla kapanması Nadia’yı kapıya doğru ilerleyerek gelen kişiyi karşıladı. Küçük adımlar kendisine doğru gelirken yüzünde üzgün bir ifade vardı.
“Nadia anne?” genç kadın derin bir nefes alarak küçük kızı karşıladı.
“Elizabeth, bu saatte odanda olmalıydın. Neden ayaktasın?”
“Biri beni ıslattı Nadia anne,” Nadia o zamana kadar kızın ıslak üzerini fark edememişti. Pensesin üzerinden su sızıyordu. Kaşları çatılarak hemen kızı yanına almıştı.
“Hasta olacaksın prenses, neden hizmetli kadına üzerini değişmesini söylemedin?”
“Uyuyordu.” Nadia sıkıntıyla küçük kızın üzerindeki elbiseyi çıkarmaya başladı. Hizmetli kadının uyuması hiç hoşuna gitmemişti. Prenseslerin ve özellikle prensin yanında uyanık birilerinin olması gerektiğini idrak edememiş çalışanların varlığı onları tehdit altına bırakıyorum. Onların güvenliği her şeyden önemli olmalıydı. Bu durumu kralla konuşmaya karar verirken üzerini çıkardığı küçük kızı yatağına yatırarak üzerini örttü.
“Birazdan ısınırsın canım, hadi gözlerini kapat.”
“Ama uykum yok ki?” Nadia daha önce bebekken yaptığını yaparak prensesin yanına uzanıp onu kollarının arasına çekti. Kral Edward bu duruma şahit olsa onu cezalandırabilirdi ama şuanda hiçbir şeyin önemi yoktu.
“Hadi prensesim, gözlerini kapat.” Küçük kız kadına iyice sokularak gözlerini kapattığında yüzü gülümsüyordu. Nadia bakışlarını odanın tavanına dikerek gün içinde olanları düşünmeye başladı. Aklına sabah prensesi odasında bulamayan hizmetlinin ne cevap vereceğini merak ediyordu. Derin bir iç çekerek kollarında derin uykuya dalan prensese baktı. Bir süre daha küçük kızın yanına yatarak iyice daldıktan sonra yataktan kalkmıştı. Oda genç kadına dar geliyordu. Dışarı çıkmak istese de bu saatte çıkamayacağı için yanan kandilin yanına giderek eline aldığı kitabı okumaya başladı. Zaman bir türlü geçmiyordu. Kralın acele bir şekilde çıkması ve hayatı tehlikede olan çocuğu düşünmeden edemiyordu.
“Umarım iyisinizdir!” içinden dualarını ederken oturduğu yerde uykuya dalmıştı. Nadia sabaha karşı odasından gelen tıkırtılarla gözlerini araladığında hemen kapatmıştı. Odasının için ışık huzmesi ile doluydu. Gözlerini kamaştıran ışığın kaynağını görebilmek için dikkatle yeniden göz kapaklarını dikkatle aralamaya çalışırken yatağından yükselen ışıkla yutkunmadan edemedi.
“Elizabeth!” küçük kız adeta güneş gibi parlıyordu. Ona hayran kalmamak elde değildi. Bedeninde hissettiği kıpırdamaya anlam veremezken aynı ışığın karnından da yayıldığını anladığında korkuyla geriye doğru adımlamıştı. Elleri titreyerek içinden çıkan ışığa dokunmak istemiş ama başarılı olamamıştı. Işık huzmesi parmaklarının arasından ilerleyerek yatağında yatan küçük kızın bedeninde kaybolmuştu. Rüya gördüğünü düşünen Nadia içinden süzülen akıma anlam veremiyordu.
“Neler oluyor?”
Odada ki ışık dışarıdan gelen sesle birlikte biranda kaybolmuş, oda karanlığa boğulmuştu. Nadia başını iki yana sallayarak donmuş bir şekilde göremese de orada olduğunu bildiği kıza bakıyordu. Az önce ne olmuştu öyle?
“Her tarafı arayın, prensesi bulmadan sakın karşıma çıkmayın!” Nadia duyduklarıyla kapısının önünden geçen ışık gölgelerini görünce kendisine gelerek hızla kapıyı açmıştı.
“Neler oluyor?” Ronald yardımcı kadından Prensesin odasında olmadığını öğrenince hemen krala haber göndermiş, kral apar topar saraya gelmişti.
“Cariye Nadia, odanıza girin lütfen!” Nadia Ronald’a cevap vereceği sırada kralın öfkeli sesini duymuştu.
“Prensesimi hala bulamadınız mı?”
“Kralım?”
“Nadia, Elizabeth yok, her yere baktık ama bulamadık!” Edward’ın sözleriyle genç kadın yutkunmuştu. Saray ayağa kalkmış durumdaydı.
“Kralım, prenses benim yanımda!” Nadia bakışlarını kaçırırken Edward rahatlamanın verdiği rehavet ile Elizabeth’in neden cariyesinin odasında olduğunu sorgulamamıştı. Genç kadının odasına hızla girerek karanlık odada kızını görmeye çalıştı.
“Elizabeth!” Nadia odada sönmüş olan kandillerden birkaçını yakarak aydınlanmasını sağlarken Edward yatakta uyuyan prensesi görünce rahat bir nefes almıştı. Ronald’a bakarak “Prensesin bulunduğunu bildirin,” dedi. Ronald rahatlayarak odadan çıkarken Nadia ve Edward kapanan kapı ardında prensesle yalnız kalmıştı.
“Kralım?”
“Elizabeth’in senin odanda ne işi var Nadia?”
“Gece olmadan geldi, üzeri sırılsıklamdı. Sanırım korkmuş!” Edward kadının sözleri ile birden irkilmişti.
“Neden ıslandığını söyledi mi? hizmetli kadına neden üzerini değişmesini söylemedi?”
“Birinin onu ıslattığını söyledi. Kadın uyuyormuş, uyandırmak istememiş.” Edward’ın aklı Nadia’nın sözlerine takılmıştı. Eğer Adrian doğru söylüyorsa onu uyandırırken Elizabeth’i de kendisi uyandırmış olmalıydı. Başını ellerinin arasına alarak yatağın yanına çöktü. Garip şeyler oluyordu. Nadia kralın durgunluğuna anlam veremese de sessiz kalmayı tercih etti. Ama kralın şüpheli bakışlarından nasibini almıştı.
“Anlat, Nadia!”
“Ben…” Nadia nasıl söyleyeceğini bilemezken Edward onun gözlerinden çoktan her şeyi öğrenmişti. En sondan genç kadının derin bir nefes alarak konuşmasına ise gülümsemişti.
“Sanırım ben hamileyim kralım,” dediğinde Edward başını sallayarak “Biliyorum,” dedi.
“Biliyor musunuz? Nasıl?” Edward yatakta uyuyan prensese bakarak gülümsemişti. “Elizabeth!” Edward genç kadının sendelediğini görünce hızla onu yakalamıştı.
“Dikkat etmelisin,”
“Ama nasıl?” genç kadını yastıkların üzerine oturtarak kendisi de yanına oturmuştu. Bir elini genç kadının karnına yerleştirirken elinin altında hissettiği kıpırdama ile gülümsemişti.
“Elizabeth’in daha önce de hamile olduğunu anladığını biliyorsun.” Nadia başını sallarken bir yandan da heyecanını yenmeye çalışıyordu. Bakışları yeniden ışık huzmesi arasına kalan küçük kıza çevrilirken Nadia yutkunmadan edemedi.
“Çok güzel.”
“Evet, prenses çok güzel. Bu yüzden onun için endişeleniyorum.” Nadia krala hak verirken hala hamile olduğuna inanamıyordu.
“Ebelerin hamileliğini bildirmemeleri bana şüpheli gelmeye başladı Nadia. En son ne zaman kontrol edildin?” Nadia bakışlarını kaçırarak “İki gün önce!” dediğinde Edward dişlerini sıkmıştı. Elizabeth hamileliği daha önce fark etmesine rağmen ebelerden açıklama gelmemesi canını sıkmıştı.
“Yarın yeniden seni kontrol etmelerini isteyeceğim. Bu kez hekimlerde yanlarında olacak.” Nadia başını sallarken dikkatli olması gerektiğini bir daha kavramıştı.
“Elizabeth ne olacak?”
“Onun burada olması senin için tehlikeli. Sana söylemiştim, Asil Kanlar uyurken ne yapacaklarını fark etmezler. Sana zarar verebilirdi.”
“Ben Nadia anneye zarar vermem.” Elizabeth babasının sesini duyunca uyanmış ve son sözlerini duymuştu. Gözleri dolu bir şekilde babasına bakarken Nadia dayanamayarak onu kollarının arasına çekti.
“Biliyorum hayatı, sen çok iyisin ve bana asla zarar vermezsin.”
“Duydun mu babacım, Nadia annem de söyledi. Ben ona zarar vermem.” Edward ikili arasında ki bağa şaşırarak bir süre onları izlemişti. Edward sabah karşı kızı ile odadan ayrılırken Nadia hala eli karnında gülümsüyordu. Üçüncü çocuğuna hamileydi ve bu onu mutlu ettiği kadar korkutuyordu da. Eğer erkek olursa iki prensle asil kan sınıfına yükselecekti. Bu yüzden kraliçenin bebeği öldürmek için her şeyi yapacağına emindi. İçinden prenses olması için dua etmeye başlamıştı. En azından çocukları ve kendisi güvende olurlardı.
***
Kraliçe her zamanki gibi öfkeli bir şekilde odasında dolanırken babası onu sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordu. Adam da en az kızı kadar endişeliydi.
“Çocuğu kaybettiler de ne demek?”
“Kraliçem, adamlar geri döndü ancak dilleri kesilmiş. Anlattıklarına göre onları kral karşılamış.”
“Kral mı?” Barbara korkuyla babasına bakarken kralın orada ne aradığını anlamaya çalışıyordu.
“Kral neden oradaydı? Yoksa biliyor mu?”
“Çocuğun kim olduğunu biliyorsa onu koruyacaktır. Yeğenini Alexis e vermeyecektir.”
“Bilseydi onu saraya getirirdi baba. Orada olmasının başka bir nedeni olmalı.” Kızının sözlerine hak veren adam düşünmeye başlamıştı. Kralın düşman prensinin yanında ne aradığını bilmeleri gerekiyordu.
“Kraliçem, bir şey yapmalıyız. Alexis ve karısı çocuğu bulmazsak canımıza okuyacak.”
“Bir şey yapamazlar, korkma bu kadar.”
“Ama kraliçem.”
“Baba, bu kadar basiretsiz olmamalısın. İnan daha önemli sorunumuz var. Prensi nasıl olsa bulacağız!” Kraliçe bir haftadır beklediği haberi alamamanın sinirini yaşıyordu. Ebe kadınların sözleri kulaklarında yankılanırken yeniden sinir krizi geçirmeye başlamıştı. Eline ne gelirse vurup kırarken babasının engelleme çalışmalarını savuşturmayı başarıyordu.
“Kraliçem sakin olun lütfen.”
“Nadia denen cariye yeniden hamile kalmış.” Adam kızının sözleri ile duraksamıştı. Kaşları çatılırken kraliçenin elinden aldığı bibloyu yerine bıraktı.
“Emin misin?”
“Ebe kadınlar söyledi. Biliyorsun, cariyelerden hamile kalan olursa önce benim haberim olacağına dair onları uyarmıştım.”
“Kimse bilmiyor mu?”
“Hayır, henüz bir açıklama yapmadık. O bebek doğmamalı baba!”
“Kraliçem, bu çok tehlikeli, bir şey yapmadan önce iyice düşünmelisiniz.” Kraliçe Barbara babasına bakıp öfkeyle konuşmuştu.
“Farkında değil misi baba, o bebek doğarsa bize ne olacağını göremiyor musun? Üstelik prens olursa kraliçeliği kaybedebilirim.”
“Öyle bir şey olmayacak. Unuttun mu o kadın alt tabakadan geliyor.”
“Bunu sen mi söylüyorsun? Ülke kanunlarını iyi biliyorsun baba, alt tabaka da olsa iki prensi olan cariye kraliçe olabiliyor.” Adam kadının sözleri ile duraksamıştı. O kanunu kendileri çıkarmıştı. Kızının haklı öfkesine katılırken ne yapacaklarını düşünmeye çalıştı.
“Belki de prenses olur, bunu bilemeyiz.”
“İşimi şansa bırakamam baba. O bebek varlığı anlaşılmadan yok edilmeli.” Kraliçenin kararlılığı karşısında korkan adam ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Kral olanları öğrendiğinde ikisi de idam edilirdi. Bir çare bulması gerekiyordu. Bir yandan düşünürken diğer yandan da kraliçenin dengesiz davranışlarını izliyordu. Adaba kızını durdurabilecek miydi?
***
“Ronald saray yetkililerini toplantı odasına çağır!” Ronald kralın birden toplantı istemesine şaşırmıştı. Daha dün genel bir toplantı yapmışlardı.
“Emredersiniz kralım!” adam kralın yanından ayrılarak saray yetkililerine haber vermeleri için birkaç askeri görevlendirmişti. Yaklaşık yarım saat sonra tüm yetkililer kralın karşısında çift taraflı sıraya dizildiklerinde Edward dikkatle onları izliyordu. Her birinin aklından geçenleri görebiliyordu.
“Kralım, bu acil toplantının nedeni nedir?”
“Sizi neden topladığımı merak ettiğinize eminim. Dün yeniden bir çocuğa saldırı oldu. Öncelikle buna yeltenenlerin cezasını çektiklerini bilmenizi isterim.”
“Buna kim cesaret edebilir ki?” Adamlar kendi aralarında konuşurken Edward hepsine dikkatle bakıyordu. Bakışları Kraliçenin babasına takıldığında adamın gözlerini kaçırması dikkatini çekmişti. Şüpheleri gittikçe güçleniyordu. Kraliçe ve babası onun sakladığı gücünü öğrenmiş olabilirdi.
“Siz ne düşünüyorsunuz Başkan Gerald? Hem ülkenin başkanı hem de kraliçenin babası olarak bu olaya ne diyeceksiniz?” Adam ecel terleri dökse de sakin kalmayı başarmıştı.
“Sizin yaptıklarınızdan sonra çocuklara musallat olmak akıl karı değildir Kralım!”
“Değil mi?” Edward alaycı bir şekilde cevap verirken diğer yetkililer onları izliyordu. “Neyse sizi başka bir konuda kanun çıkarmak için çağırdım.” Adamlar şaşkınlıkla krala bakarken Kral onların uğultusunu elini kaldırarak susturmuştu.
“Öncelikle Asil Kandan olan tüm çocuklar ülke yönetimi hakkında ders alacaklar.”
“Prensesler de mi?”
“Beni duymadınız mı? Prensesler dahil, bütün çocuklarım benden sonra ülkeyi yönetebilmek için ders alacak.”
“Ama kralım, daha önce hiçbir ülkenin başına kadın hükümdar gelmemiştir.”
“İyi ya, ilk bizde olur!” yetkililer hep bir ağızdan konuşurken kralın sözlerine şüphesiz tek sevinen kraliçenin abası Gerald’tı.
“Bunu yapamazsınız Kralım.”
“Size sormuyorum. Ülkemizin bir prensi olsa da krallık için yeterli değildir. Başka prensler olup olmayacağı da belli değildir. Prensin başına bir iş gelse ülkeyi kim yönetecek!” Edward’ın sorusu karşısında susan yetkililer bakışlarını kaçırmıştı.
“Aklınızdan kardeşlerimi duyar gibiyim ama unutun onları. Daha önce ağabeyimin ve onu öldürüp zorla tahta geçen erkek kardeşimin ne yaptığını sizde biliyorsunuz. Aynı kandan da olsak ülkemin selameti için onların tahta çıkmasına asla müsaade etmem. Bu yüzden bundan sonra prensle birlikte üç prenseste eğitim alacak. Sadece siyasal eğitim değil, askeri eğitimde alacaklar.” Edward’ın her sözü uğultuyu yükseltse de kralın geri adım atmaya niyeti yoktu. Ronald’a dönerek “Ronald gerekli belgeleri hazırla. Bundan sonra gerekli olduğu taktirde prenseslerin de tahta çıkabileceğini ilan et. Ayrıca bu duruma karşı çıkanların cezasını bizzat benim tarafımdan kesileceği de bildirilsin. Son olarak tahta çıkan prensesler evlense devlet işleri sadece tahta çıkan prensese ait olacaktır. Eşleri ülke işlerine karışmayacaktır. Son söz her zaman kadın hükümdarın olacak!” Ronald beklemediği bu açıklama ile şaşırırken Edward’ın uyarısı ile hızla dediğini yaparak danışmanlara kralın isteklerini belgelendirmeleri konusunda emir vermişti.
“Şimdi, aranızda prenseslere eş seçme cesaretini gösterenlere son sözlerim. Kızlarım kiminle isterse onlarla evlenecek. Ne saray baskısı ne de devlet için başka ülkelere anlaşma olarak feda edilecek bir prensesim yok benim!” son sözlerini söyleyen kral ardında büyük bir karmaşa bırakarak tahtından inerek hızla salondan ayrılmıştı.
***
Hoşgeldin sayın yazarcim
Harika bir bölüm dü
Emegine yüreğine sağlık
Kral her türlü prensesi koruyacak birini değil hepsini koruyacak anlaşılan kraliçenin suyu ısınıyor kaynamaya başladı hatta her zamanki gibi çok güzel bir bölümdü aklına emeğine yüreğine aklına yazarım
teşekkür ederim. evet kraliçenin suyu kaynıyor ama prenseslerde büyüyor. bakalım ne olur bundan sonra. 🙂
🙂 Bakalım ileriki bölümlerde neler olur belli olur.
Ellerine emeğine sağlık çok güzeldi
Prensesin eşide belli oldu bakalım yeni bölümlerde bizi neler bekliyor
Orası belli olmaz. Bazen yolundan saparsın.
Valla hikaye süper gidiyor. Kral onemli kararlar aldı da kraliçe bu kararlardan kendisine fayda geleceğini zannediyor garibim. Merakla yeni bölümleri bekliyoruz yazarım ellerinize emeğinize sağlık 🙂
Ellerine sağlık. Çok güzel bir bölümdü.