Asil Kan 8. Bölüm

Küçük kız kollarını sallayarak koridorlarda koşarken peşinden koşturan hizmetlilerin yakarışlarını duymuyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile eğitim göreceği alana kadar koşmuştu. Sarayın arka bahçesinde prensesler için kurulan eğitim alanına ilk gelen yine Prenses Elizabeth olmuştu.

“Prensesim?” Ronald her zamanki gibi kralın emriyle prenseslerin eğitimini gözetlemek için alanda yerini almıştı.

“Ronald amca,” Elizabeth heyecanla ileri atılırken Ronald etrafına bakınarak küçük kıza karşılık vermişti. Prensesin neşesi sarayın havasını değiştiriyordu. Yıllardır entrikası bitmeyen saraya güneş gibi doğmuştu Elizabeth. Beş yaşına basan küçük kızın gücü her geçen gün artarken, kral ve Ronald onu korumak için oldukça çaba sarf ediyordu.

“Diğer prensesler nerede?” Elizabeht’in peşinde koşturan hizmetliler kralın baş danışmanını görünce aceleyle durmuştu.

“Henüz gelmediler efendim.”

“Ne demek gelmediler? Gidin görevlilerini çağırın.” Diğer iki prenses eğitimlere katılmak konusunda oldukça isteksizdi. Daha bu yaşlarında onlara göre eğitimler erkekler içindi. Sarayın büyük kapısından dışarıya iki prenses yan yana çıkarken arkalarından gelen hizmetlilere ters bir bakış atan Ronald sesini fazla yükseltmeden “Prenseleri neden geç getirdiniz?” diye sordu. Hizmetliler korkudan titrerken Elizabeth onlar için üzülerek araya girmişti.

“Onlara kızmamalısın Ronald amca, Prenses ablalarımın ok atmak istemediğini biliyorum.” Elizabeth’in sözleri ile Nadia’dan olma ablası Prenses Floria atılarak konuşmuştu.

“Bu seni ilgilendirmez Elizabeth, bizim işlerimize karışmamalısın.” Elizabeth ablasına kaşlarını çatarak bakarken yumruk yaptığı ellerinden aşağıya sarkan sarmaşığı görünce çocuk aklıyla korkmuştu. Floria bir keresinde küçük kızı sarmaşıkla bağlayarak kıpırdamasına engel olmuştu. Ablası kötüydü. Nadia annesine hiç benzemiyordu.

“Ronald, gidelim buradan.” Ronald küçük kızın baktığı yere gözlerini çevirirken dişlerini sıkmıştı. Büyük prenses Elizabeth’i korkutuyordu. Bu durumu krala bildirmesi gerekecekti.

“Eğitiminizi aksatmamalısınız.” Elizabeth’in bütün neşesi kaçmıştı. Arkasını dönüp ok atacakları yere geldiğinde arkasından gelen çığlık sesiyle hızla geri dönmüştü. Az önce kendisini sarmaşıkları ile korkutmaya çalışan kızın üzerinde böcekler geziyordu. Etrafa bakındığında Prens Drew’i kapıdan dışarıya çıkarken görünce yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.

“Kes şunu prensim!” Floria’nin bağırması ile Drew eline aldığı küçük böceğe bakarak gülümsemişti.

“Floria, sana kaç kez söylemem gerekiyor? Bir daha Elizabeth’i korkutmaya çalışırsan bütün arkadaşlarımı üzerine salarım. Bu uyarıyı bir daha yapmayacağım. Sen de prenses Felisa da Elizabeth’i rahat bırakacaksınız. Yoksa bir daha ki sefere yılanları üzerinize salarım.” İki prenses korkarak geri çekilirken Elizabeth koşarak abisinin boynuna sarılmıştı.

“Prensim, gelmenize çok sevindim.”

“Nasıl gelmem, bu gün seninle yarış yapacaktık.” Elizabeth yerinde sevinçle zıplarken diğer iki prenses ona hasetle bakıyordu. Prensin Elizabeth’e yakın davranmasına dayanamıyorlardı. Ronald her zamanki gibi çocukların davranışlarını gözetim altına tutarken iki prensesi diğer iki kardeşine olan bakışlarından hoşlanmamıştı. İleride kardeşler arasında bir çekişme olacağı kesindi. Sıkıntıyla nefesini dışarı verirken krala rapor edecek ne kadar çok şeyi olduğunu düşünmeden edemedi. Üstelik son zamanlarda Kraliçe tarafı da ilginç bir şekilde sessizdi. Bu sessizlik hayra alamet değildi.

“Keşke cariye Nadia’nın üçüncü çocuğu prens olsaydı da Kraliçe’nin aşırı davranışlarından kurtulsaydık,” diye mırıldanan adam eğitim boyunca Elizabeth’in yeteneğine hayran kalmıştı. Neredeyse prens kadar iyi ok atıyordu. Beş yaşında ki prenses iki yıl sonra kılıç eğitimine başlayacaktı.

“Elizabeth, yaptığın hatalar çok basit, daha iyisini yapabilirsin, şimdi bana gerçek atışını göster.” Prensin sözleri ile şüpheyle Elizabeth’e bakan Ronald prensesin yüzünde ki ifade karşısında yutkunmuştu.

“Seni yenersem üzülmeyecek misin?” Prensesi sorusu herkesi şaşırtmıştı. Prens onların şaşkınlığının aksine gülerek prensese sarıldı.

“Bu dünyada yenildiğim için üzülmeyeceğim tek kişi sensin Elizabeth. Sen ne kadar iyi olursan ben o kadar rahatlarım. Kendini korumak zorundasın. Şimdi bana gerçek atışını göster. Beni yenersen istediğin bir şeyi yapacağım.” Elizabeth hevesle abisine bakarak “Bana o atı verecek misin?” diye sorduğunda Prens Drew yüzünü asarak konuşmuştu.

“O atı bana kralım verdi ama prenses, onu sana verirsem kralım kızmaz mı?” Prenses abisinin sözleri ile başını sallamıştı. Drew kardeşine sarılarak “Ama sana konuşkan bir papağan verebilirim,” dediğinde prensesin gözleri yeniden parlamıştı.

“Söz mü?”

“Söz!” Prenses elinde ki yayı gererek hedefe kilitlenmişti. Şuana kadar hedef tahtasının kırmızı noktasının çevresine saplanan oklar Elizabeth’in attığı son okla ortadan ikiye bölünmüştü.

“Yine mi ya!” Elizabeth parçalanan tahtaya bakarken hizmetlilerin ve Ronald’ın şaşkın bakışları arasında hayıflanırken Drew ona gülümseyerek karşılık vermişti.

“Siz kazandınız prensesim, şimdi yeniden başlayalım.” İkili bir saatlik ok atışı eğitiminde hizmetlilerin şaşkın bakışlarına maruz kalırken, Ronald diğer prenseslerin yakınmalarını dinleyerek geçirmişti.

***

“Kralım, halkın dilekçelerini arz ederim.” Kral kendisine verilen dilekçelerin hepsine göz atarken bir yandan da düşünüyordu. Ülke geneline yayılan casuslarından aldığı haberler hiç hoşuna gitmemişti. Sınırlarda yine bir hareketlilik vardı ve bu savaşın kapıya dayandığını gösteriyordu. Özellikle kral Alexis kayıp prensi bulamadığı için daha da saldırganlaşmıştı. Edward yeğenini yakın köylerden birine yerleştirerek yanına en güvendiği iki savaşçısını bırakmıştı. Küçük çocuğa ülke yönetimi eğitimleri de veriliyordu. Kendi prens ve prenseslerine verilen eğitimlerin aynısı prens Adrian’a da veriliyordu.

“Hepsi bu kadar mı?”

“Evet kralım.” Kral elinde ki belgeleri yere savurarak sesini yükseltmişti.

“Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Bu belgelerde hiçbir arzuhal yok. Bu halk kralında hiç mi bir şey istemiyor?” yetkililer korkuyla krala bakarken Ronald’ın elinde olan başka bir teste kağıdı alarak konuşmasını sürdürdü.

“Bunların ne olduğunu biliyor musunuz? Bunlar bana ulaşması gereken ama işinize gelmediği için bana bildirilmeyen dilekçeler. Hadi bir tanesini okuyalım.” Adamlar şaşkınlıkla kralın okuduğu dilekçeleri dinlerken bir yandan itiraz ediyorlar diğer yandan kendilerini savunmaya çalışıyorlardı.

“Şurayı iyi dinleyin, pazarcılardan rüşvet alınıyormuş, vermeyenin de tezgahı talan ediliyor. Buna ne diyeceksiniz?”

“Kralım bize böyle dilekçeler gelemdi.”

“Gelmedi mi? Ronald, bu dilekçeyi nereden aldın?” Ronald itiraz eden adama ters bir şekilde bakarak “Önemli olmadığı düşünülen belgelerin arasına kaldırılmış Kralım!”

“Kralım…”

“Cevabınızı aldınız sanırım, sizi son kez uyarıyorum. Bir daha bu çeşit suçlamaların olduğu belgeler direk bana gelecek.” Adamlar elleri önünde bağlı başlarını eğerken Kral yeteri kadar ayar verdiğini düşünerek Ronald’a dönmüştü.

“Prens ve prenseslerin eğitimleri nasıl gidiyor?” Kral özellikle toplantı sırasında çocukların gelişimini soruyordu. Bu şekilde yetkililerin aklından geçenleri okuyabiliyordu.

“Prens ve Prenses Elizabeth’in oldukça ilerlediğini söyleyebilirim Kralım, ancak diğer iki prensesimizin eğitimlere pek hevesli olmadığını söylemek zorundayım. Bilerek eğitimlere geç kalıyorlar.”

“Anladım, onlar için farklı eğitim planları hazırlayalım o zaman. Elizabeth eğitimini prens ile beraber alsın.”

“Ama kralım, bunu yapamazsınız.” İtiraz eden yetkililer işin ciddiyete bindiğini anlayarak hemen itiraz etmişti.

“Neden yapamıyorum. Prenses Elizabeth, Prens kadar iyi öğreniyor. İkisi aynı anda eğitim alırsa daha çabuk yetişirler.

“Ama prensimizin eğitimi daha ağır.”

“Sorun olacağını sanmıyorum. Bu işle sen ilgilen Ronald. Ayrıca yakında prensesi birkaç aylığına saray dışına göndereceğim. Bunu burada söylüyorum çünkü prensesimin başına bir şey gelirse burada olan herkes cezalandırılacak.” Adamlar korkuyla krala bakarken Edward gülümseyerek onlara bakmıştı.

“Beni anladınız mı? Prensesin başına bir şey gelirse sorumlu sizler olacaksınız. Saray kanunlarına göre dış hayatı tanıması için prens ve prensesler bir süre saray dışında eğitim alır. Babamın yaptığı hatayı ben yapmayacağım. Zamanında kardeşimin ortadan kaybolmasında yetkili kişilerin parmağı olduğuna eminin. Aynı şey benim prensesimin başına gelirse bunu ödersiniz. Yağına taş bile değse sizden bilirim. İbretlik olarak sizi sarayın dış duvarına astırırım.”

Kralın açık tehdidi herkesi şoka uğratırken toplantının bittiğini söyleyen Edward yerinden kalkarak hızla salondan ayrılmıştı. Ronald onun peşinden ilerlerken kral derin bir iç çekerek “Eğitimler nasıl Ronald, bana gerçeği söyle,” dedi.

“Prenses Elizabeth, ok atmada prensi yendi.” Kral başını iki yana sallayarak gülmüştü.

“Bundan şüphem yoktu zaten. Onda ki güç diğer kardeşlerinde yok. Hepsi toplansa Elizabeth’e karşı durabileceklerini sanmıyorum. Bu yüzden Elizabeth iyi yetiştirilmeli. Yanlış ellerde silah olarak değil, ülkesi için…”

“Anlıyorum Kralım, elimizden geleni yapıyoruz. Neyse ki huylarını sizden almış.” Ronald son söylediklerini fark edince endişeyle başını aşağı eğmişti.

“Affınıza sığınıyorum Kralım, öyle söylememeliydim.”

“Sorun değil Ronald. Hadi küçük prensesi görelim.” Edward adımlarını Nadia’nın odasına doğru atarken düşünceliydi. Prensesin gücü hala belli değildi. Elizabeth gibi onunla iletişim kuramıyordu. Biraz daha büyüdüğünde elbet belli olacaktı. Nadia da kralda küçük prensesi gözlem altıma tutmuştu. Ronald bir süre kralın talimatlarını dinleyerek ona eşlik etmiş sonra da Edward’ın yanından ayrılmıştı.

***

“Kraliçem, gelebilir miyim?” her zamanki gibi babası toplantıdan sonra Kraliçe Barbara’ya olanları anlatmaya odasına gelmişti. kraliçe babasına girmesini söylerken içerde bulunan hizmetlilerin de dışarı çıkmasını istemişti. İkili odada baş başa kaldıklarında dayanamayan kraliçe “Anlatsana!” diye çıkışınca yaşlı adam başını iki yana sallayarak konuştu.

“Toplantıda ülke meseleleri, halkın dilekçeleri hakkında konuşuldu. Pek önemli bir mesele yoktu. Sadece Elizabeth’in saray dışına gönderileceğini söyledi.”

“Saray dışına mı?” Kraliçe oturduğu yerden kalkarak babasının karşısına dikilmişti.

“Bu saray kanunlarından biri biliyorsunuz.”

“Öyle bile olsa Elizabeth’in saray dışına çıkmasını istemiyorum.”

“Bunun önüne geçemezsiniz kraliçem. Çıkmaz zorunda.” Barbara öfkeyle odasında dolanmaya başlamıştı. o da kanunu biliyordu ama kralın son çıkardığı prenseslerin önünü açan yasa ile yeniden umutlanmıştı. Tahta kendi kızı geçerse gücüne güç katacaktı. Bu yüzden prensin eğitimine eskisi kadar önem vermiyordu. Üstelik Nadia’nın bebeği de kız olunca daha da mutlu olmuştu.

“Bir yolunu bulmak zorundasın baba, Elizabeth saray dışına çıkmamalı.” Adam ne söyleyeceğini bilmiyordu. Kızının yine kulakları kendisine sağır olmuştu. Derin bir iç çekerek izin istemiş ve kraliçenin yanından ayrılarak işinin başına dönmüştü. Bir süredir ikilinin sakin olması kralın daha da temkinli olmasına neden olurken sürekli izlendiklerinden habersiz olan kraliçe yine iş peşine koştukları daha onlar plan yapamadan çoktan kralın kulağına gitmişti.

***

“Jack amca, kral ne zaman beni görmeye gelecek?” Adrian yanında ki adamla kılıç talimatı yaparken uzun zamandır görmediği dayısını merak ediyordu. Geleceğini söylemişti ama iki haftadır kralı görmemişti.

“Yakında gelir Adrian, biliyorsun kralımızın başı bu aralar yoğun.” Adrian başını sallarken babasının hala kendisini aradığını biliyordu. Sürekli tetikte yaşamak küçük çocuğu yormaya başlamıştı. Bu beklemeler onun gücüne daha da güç katmıştı. Kimseye göstermediği yanını gizli olarak eğitiyordu. Dayısı ona bu şekilde yapmasını söylemişti. Yeni yeteneklerini krala göstermek için can atan Adrian büyüdükçe dayısına benzediğinin farkında bile değildi. Üstelik bu benzerlik prens Drew’den daha fazlaydı. İkisini yan yana koysalar prens Adrian’ın Edward’ın oğlu olduğunu söylerlerdi. Bu benzerlik yanında duran adamlarında dikkatini çekiyordu. Onlara söylenmese de korudukları çocuğun kralın akrabası olduğunu düşünüyorlardı. Belki de gayri meşru çocuğu olabileceğini bile düşünmüşlerdi. Ama akıllarına asla kralın yeğeni olabileceği gelmiyordu.

“Tamam o zaman, şimdi ne yapacağız?” terini ensesinde ki bez parçasına silen genç adam Adrian’ın omzuna elini atarak “Hadi seninle yemek yiyelim. Sabahta bir şey yemedin,” dediğinde çocuk onu onaylamıştı. İkili kaldıkları eve girerken onları izleyen gözlerden habersizlerdi. Kraliçe ve adamları Alexis’in baskılarına dayanamadıkları için Adrian’ı aramaya deva ediyordu. Onu bulduklarında bir süre uygun zamanı beklemeye karar veren adamlar sürekli izlemede kalmıştı. Daha önceki adamlardan çocuğu kralın koruduğunu öğrendiklerinde işin peşini bırakmak isteseler de kraliçenin vazgeçmeye niyetleri yoktu. Üstelik işin sonunda kelleleri de giderdi.

Adrian ve Jack yemeklerini yerken koyu bir sohbetin içine dalarken Adrian’ın beyninde yankılanan konuşalar birden başını tutmasına neden olmuştu. Birisi ona sesleniyordu. Elleri başında seslerin verdiği müthiş ağrıyla savaşırken Jack yerinden kalkarak çocuğun ellerini indirmeye çalıştı.

“Adrian, ne oldu? Adrian?” küçük çocuk onu duymazken adam sonunda ellerini başından çekince çocuğun alev almış gözlerinden korkarak geriye düşmüştü.

“Jack amca?”

“Adrian sen…” Adam konuşamıyordu. Güçlükle “Asil Kan’sın sen!” dediğinde Adrian başını eğerek sesleri susturmaya çalışıyordu.

“Susmuyorlar, acı çekiyorlar!” Jack onun neden bahsettiğini anlamazken dışarıdan gelen seslere kulak asmıştı. Çığlıklar onlara doğru yaklaşıyordu. Hızla yerinden kalkarak evin penceresine gitti. Dışarıda kalabalık grup kaçışmaya devam ederken Adrian yerinden kalkarak adamın baktığı yere bakışlarını dikti. Jack’ın göremediğini küçük çocuk görüyor, duyuyordu.

“Atlılar geliyor, önüne kattıklarını öldürerek.” Jack duydukları ile hızla kılıcını almıştı.

“Burada gitmeliyiz.”

“Olmaz, onları bırakamayız.”

“Senin buradan çıkman gerek, sana bir şey olursa krala hesap veremem.”

“Onları durdurabilirim.”

“Ne?” Küçük çocuk ileri atılacakken Jack onu kolundan durdurmuştu.

“Bunu yaparsan seni koruyamam. Kimliğin açığa çıkar.”

“Ben olduğumu bilmeyecekler.” Jack durduramadan Adrian evin merdivenlerinden yukarıya doğru koşmaya başlamıştı. Üst kattaki odalardan birinin penceresinden bakarak uzaktan görünen toz bulutuna bakışlarını dikmişti.  Jack onun ne yapacağını merak ederek yanına geldiğinde çocuğun sadece odaklanarak bir yere baktığını görünce yutkunmadan edememişti. Elini bile kıpırdatmıyordu. Dehşetle az ilerde yükselen alevlere bakan Jack bir süre sonra naralar atan adamların sesini duymuştu. Kimse ne olduğunu anlayamıyordu. Korkmuş halk etrafına bakınırken Adrian atlı adamlara odaklanarak insanların üzerine sardıkları silahlarını çevirerek onları hedef haline getiriyordu. En sonunda atlılardan birinin alev alması üzere geride kalana birkaç kişi korkuyla yönünü tersine çevirmişti. Bir süre sonra ortalık sakinleşirken yorgun düşen küçük çocuk dizlerinin üzerine çöktü.

“Buradan gitmeliyiz. Yakında olanların sorumlusunu arayacaklar. İlk akıllarına biz geleceğiz.” Adrianın güçlükle konuşması Jack’ı hemen hareketlendirmişti. Adrian’ı atına alarak köyden ayrılması yarım saatini bile almamıştı. Diğer arkadaşlarına gidecekleri yeri anlaması için şifreli bir pusula göndermişti.

“Jack amca, nereye gidiyoruz?”

“Saraya!”

“Ama dayım saraya gidemeyeceğimi söylemişti.” Jack çocuğun ‘dayım’ hitabına takılırken yaşadığı aydınlanma ile atını durdurup çocuğun yüzünü kendisine çevirdi.

“Sen Kralın yeğenisin?” Adrian bakışlarını kaçırırken Jack şaşkınlıkla ona baktı. “Ama nasıl?”

“Bunu kimse bilmemeli. Dayım saklamamız gerektiğini söyledi.” Jack nedenini anlasa da çocuğun güvende olabilecek yerin saray olduğunu düşünüyordu.

“Kral haklı, senin yeğeni olduğunu kimse bilmemeli. Zamanı gelince kendisi açıklayacaktır. Ama sarayda daha güvende olabilirsin.”

“Kraliçe peşimde!” Adrian’ın sözleri adamı durdurmuştu. Kraliçe’nin neden küçük bir çocuğun peşinde olduğunu anlamaya çalışsa da bir cevap bulamamıştı. Başını iki yana sallayarak kraldan habersiz saraya gitmekten vazgeçmişti. Sarayın yakınlarında bir handa haber bekleyebilirdi. Atını sarayın yakınlarında ki hanlardan birine sürerken bir yandan da düşünüyordu. Çocuk krala çok benziyordu ve bu benzerlik dikkat çekebilirdi. Aklına gelen fikirle atını durdurdu.

“Adrian, seninle önemli bir konuda konuşmalıyız. Uzun zamandır aklımdaydı ama kralın yeğeni olacağını hiç düşünmedim. Ona o kadar benziyorsun ki?”

“Krala mı benziyorum.” Çocuğun heyecanına gülümseyen adam aklına gelen şeyle gülümsemesi solmuştu.

“Evet, ona kendi prensinden çok daha fazla benziyorsun. Seni tanıyabilirler. Bu yüzden yüzünü sarmanı istiyorum.”

“Ama…”

“Adrian, seni tanırlarsa öldürmek için ellerinden geleni yaparlar. Çok küçüksün, saray entrikalarını anlayacak yaşa geldiğinde ne demek istediğimi anlarsın. Şimdi izin verirsen bunu takmalıyım.” Jack atının terkisinde bulunan kumaşı çocuğun başına sararak son parçasıyla da yüzünü kapatmıştı. Adrian’ın keskin gözleri dışında yüzünde görünen tek bir noktası bile yoktu.

“Jack bunu yapmak zorunda mıyız?”

“Üzgünüm, kral gelene kadar böyle olmak zorunda.” Adrian kabul ederek yeniden atın üzerine bindirilmişti. Çıktıkları yolda küçük çocuk kaderiyle karşılaşacağından habersiz düşüncelere dalmıştı.

Jack atını kalabalık halkın arasından geçirirken kendilerine dönen bakışları umursamamaya çalışsa da oldukça dikkatli davranıyordu. Kendisinden ziyade yüzü kapalı olan çocuğa bakan kişilere gözlerini dikerek sert bir şekilde karşılık veriyordu. Atını hanın önüne durdurarak aşağı inip Adrian’ı da indirerek atını bağlamıştı. Küçük çocuk beklenilenin aksine oldukça sakin davranıyordu. Gözlerini etrafı araştırırken yüksek burçları görünen saraya dikkat kesilmişti. Uzakta bile ihtişamlı görünen duvarlar yakından küçük çocuğun hayran kalmasına neden olmuştu.

“Jack saray çok büyük değil mi?” adam çocuğun sözlerine gülümseyerek başını salladı.

“Evet, çok büyük. Hadi bir oda tutalım sonra da dayına haber gönderelim.” Dayı sözünü duyan küçük çocuk yutkunmuştu.

“Bize çok kızar mı buraya geldiğimiz için?” Adrian’ın sorusu ile Jack gerilse de başka çaresi olmadığı için kralın kızmayacağını umuyordu.

“Seninle bir anlaşma yapalım Adrian, burada ağzından ne kralım ne de kralın adı çıkmasın. Ondan bahsetmeni istemiyorum. Etrafımız kalabalık olacak bu yüzden dikkatli olmalıyız. Eminim dayın da tanınmamak için elinden geleni yapacaktır. Şimdi seni odaya bırakıp haber göndermek için bir adamımı göndereceğim.” Adrian başını sallayarak Jack tuttuğu odaya çocuğu bırakıp handan ayrılmıştı. Bu gün yaptıklarını gördükten sonra Adrian’ın kendisini koruyacağına emindi.

***

Küçük kızın bir avucunda ateş topu diğerinde su topuyla oynayarak sokak arasında zıplaya zıplaya yürürken kendisine korkuyla bakan insanların farkında değildi. Elinde ki ateşi her an bir yere savuracağı korkusu insanlarda oluşurken, peşinde koşan askerlere yakalanmamaya çalışıyordu. Sarayın kapısını açık görünce fırsattan istifade ederek hızla kendisini merak ettiği halkın arasına bırakmıştı. Dar sokaklarda koşarken kendisine seslenen askerlere aldırış etmiyordu.

“Prenses, geri dönün lütfen!” kendisine seslenen komutanın sesi onun durmasını sağlarken arkasına dönerek ona baktı. Komutanın konuşmasına gerek yoktu aslında onun gözlerinden ne kadar korktuğunu okuyabiliyordu. Adamın beyninden ‘ya beni yakmaya kalkarsa?’ sorusunu okuyunca yüzü asılarak elinde ki ateş topunu avucunu kapayarak söndürmüştü. Üzüntüyle yüzünü asarken kimsenin kendisiyle oynamak istemeyişine anlam veremiyordu. ne kadar güçlü olsa da Elizabeth hala küçük bir çocuktu.

“Komutan!” prensesin seslenmesi ile duyulan çığlıklar Elizabeth’ın etrafa bakınmasını sağlamıştı. Gökyüzüne yükselen karanlık dumanları fark eden küçük kız “Yangın!” diye bağırmıştı. Seslerin geldiği yere doğru koşarken kulağına yankılanan çığlıklar daha da artmıştı. Kendisini nasıl bir tehlikeye attığının farkında bile değildi. İnsanlar elden ele verdikleri su kovaları ile yangını söndürme çalışmaların izlerken yükselen alevlere karşı ne kadar yetersiz kaldıklarını görebiliyordu. İnsanların çabalarını gördükçe farkında olmadan iki elini birleştirerek gözlerini kapatmış ve dumanların arasında belli olmayan yağmur bulutunun yardımıyla büyük bir su birikintisini evin üzerine boşaltmıştı. Kimse ne olduğunu anlayamazken küçük bedeni fazla güç kullandığı için yorgun düşen Elizabeth yere doğru düşerken askerler yere düşen prensesi kimseye göstermeden ezilme tehlikesine karşı hemen kalabalığın arasından çıkarmaya çalışmıştı. Elizabeth komutanın kollarında yarı baygın gözlerle geride bıraktığı eve bakarken ikinci katta kendisine doğru bakan gözlere odaklanmıştı. Küçük çocukta kendisini çeken bir şeyler vardı. Daha fazla dayanamayan Elizabeth gözlerini yumarak komutanın kolları arasında dinlenmeye başladı.

Küçük çocuk dışarıda ki sesleri duysa da yanan evden dışarıya adım atmamıştı. Evi yakan kişilere güç kullanmasına olanak yoktu. Kulaklarına dolan sözleri haksız çıkarmak için yerinde dururken birden beliren küçük kızla göz göze gelmişti. Kendisine boş baksa da onun ne yapmaya çalıştığını anladığında yüzünde gülümseme oluştu. Ellerini birleştiren kıza baktığında onun sarf ettiği çabayı kendi bedeninde hissetmesi şaşkınlığını atamadan yere yığılan kıza dikkat kesildi. Başını iki yana sallarken “Sendin!” diye kendi kendine söylenmeden edemedi. Yangından son anda kurtulan çocuk göz göze geldiği kızın kaderi olduğunu bilmeden içinde onun diğer yarısı olduğunu hissetmeye başladı. ,

“Seni mutlaka bulacağım.”

***

Yorumlarınızı bekliyorum! Bir sonraki bölümde Çocuklar artık büyümüş olacak.

7.BÖLÜM <<<<<—–>>>>> 9.BÖLÜM

3630cookie-checkAsil Kan 8. Bölüm

5 yorum

  1. Adrian ve elizabeth çok güzeller ya ilerde bizi neler bekliyor çok merak ediyorum drew prensim de çok iyi ama hakkını yememek lazım

  2. İlk karşılaşma oldu bakalım kral bu durumda ne diyecek hana da geldiler saraya alır mı acaba Adriani gayri meşru oğlu olarak ileride yigeni olduğunu açıklar diğer prensesler ugrastiracak biraz sanırım Drew ile Elizabeth çok güzeller

  3. Saray entrikalarını sevmiyorum kesin emin oldum .. ilk karşılaşmayı böyle beklemiyordum açıkcası bakalım kral prensesin kaçtığını öğrenince neler olacak ayrıca andrev i de nasıl koruyacak.. bir yerlerden andrevin annesinin çıkmasını bekliyorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir