Genç adam sarayı koridorlarında günlük gezisini yaparken oldukça dalgındı. Önüne çıkan gölgeyle duraksarken derin bir iç çekti. Var olan gölgenin kime ait olduğunu henüz görememişti. Adımlarını ağırlaştırırken nefesini tutarak dikkatini koridordaki kişilere odaklamaya çalıştı.
“Kim var orada?” genç adamın uyarısına karşılık gölgenin hızlı hareket etmesi ileri atılmasına neden olmuştu.
“Dur orada?” Gölgenin sahibi koridor ayrımında kaybolurken karanlıkta yönünü bulabilmek için dikkatini toplamaya çalıştı. Adamın ne taraftan geldiğini anlamaya çalıştı. Bakışları kendi geldiği yönünden başka diğer yöne çevrilirken öfkeyle dişlerini sıktı. Kim olduğunu bilmese de adamın taht odasından çıktığını düşünüyordu. En son kralı taht odasına bıraktığını hatırlayınca hızla koşmaya başlamıştı. Taht odasından içeriye girdiğinde ise nefes nefese kalmıştı.
“Ne oldu, neden nefes nefese kaldın?”
“Buradan birinin çıktığını gördüm, size bir şey…” Drew genç adamın sözleri ile kaşlarını çatmıştı. Taht odasından kimse çıkmamıştı ama onu izleyen birilerinin olduğunun farkındaydı.
“Kim olduğunu gördün mü?” Adrian başını iki yana sallarken Drew oturduğu yerden kalkarak odanın içinde dolanmaya başlamıştı. Elleri yumruk olurken yanında ki kuzenine döndü.
“İzleniyoruz, bir aradayken dikkatli olmamız gerekiyor. Kimin ne yapacağı belli değil.” Adrian kralı onaylayarak vaktin geç olduğunu söyleyerek odasına çekilmesi gerektiğini belirtti. Drew ona hak vererek masanın üzerinde ki belgeleri düzenleyip ıslık çalınca Adrian şaşkınlıkla krala bakmıştı. Sadece birkaç dakika sonra belgelerin etrafı çift başlı yılanla sarılmıştı. Birkaç dakikalık sessiz bakışmanın ardından Drew yılanına gülümseyerek odasına doğru yanında ki adamla yürümeye başlamıştı.
“Prenses Elizabeth’ten haber var mı?” Adrian’ın sorusu ile Drew duraksamıştı.
“Henüz bir haber yok, ama birkaç gün içinde geleceğine eminim.” Adrian kralın sözlerine nedense inanmamıştı. Gün boyu bir haber gelmiş olabileceği düşüncesi genç adamın içini sıkmaya yetmişti.
“Ya haber gönderemezse, o zaman ne olacak?” Drew genç adamın sözlerine gülümseyerek “Elizabeth’in bir yolunu bulacağına eminim. Gerekirse tüm hayvanlarımı ona yardıma gönderirim.” İkili yürümeye devam ederken duvardaki yanan meşalelerin gölgelerinde ki farklılığa dikkat kesilmişlerdi. Drew’in yeniden duraksaması ile Adrian’da duraksamıştı. Ağır adımlarını hızlandırarak peşinden gelen adamı unutmuştu bile. Kral köşeyi dönüğü anda yerde duran can dostlarından birine hızla ilerlerken dişlerini sıkmaya başladı.
“Ne oldu?”
“Haberci kuşlarımdan birini yaralamışlar.” Adrian kralın sözleri ile gerilmişti.
“Şimdi ne olacak?” Drew yerdeki kuşu eline alarak yarasına bakmıştı. Onun acısını bedeninde hissediyordu.
“Onu iyileştirmem gerek,” dediğinde Adrian kuşu kralın elinden alarak avucunun içine saklamıştı. Bir parçacık canı olan kuşun yarası oldukça ciddiydi.
“Prensesin pusulasını aldıysalar hayatı tehlikededir. Ne yazdığını bilmemiz gerekiyor.”
“Şuanda önemli olan bu canlının yarasını iyileştirmek,” dediğinde Adrian krala şaşkınlıkla bakmıştı.
“Ama…”
“Sen şifacısın, bunu yapabilirsin.” Drew üzgün bir şekilde genç adama bakarken Adrian bakışlarından onun da kuşun çektiği acıyı çektiğini anladığında yutkunmuştu. Koridorda oldukları için en yakın oda Adrian’ın olduğu için hızla genç adamın odasına girdiler. Adrian odanın kandillerini yakarken birden duraksamıştı. Odanın altını üstüne getirmişlerdi.
“Burada ne oldu böyle?”
“Önemli değil, odada kıyafetlerim dışında önemli bir şey yok.” Drew sabah sorumluları bulacağını söyleyerek kuşa odaklanmasını söylemişti. Adrian yatağına oturarak gözlerini kapatıp odaklanmaya çalıştı. Avucunun içinde ki kuş birkaç dakika sonra çırpınmaya başladığında Drew’in yüzü gülmüştü. Kuş geç adamın avucundan kralın eline konarken Drew neredeyse ağlayacaktı.
“Minik dostum, sana bunu kim yaptı?” Adrian yorgun bedenini yatağın sırtına dayarken derin bir nefes almıştı. Karşısında bir kuşla konuşan krala dikkatle bakarken onun gözlerinde gördüğünü öfkeyi hemen anlamıştı. Kuş Drew’e ne anlatıyorsa Adrian gözlerinden olanları okuyabiliyordu.
“Elizabeth’in desteğe ihtiyacı var,” dediğinde Drew dişlerini sıkarak genç adama bakmıştı.
“Elizabeth, tek başına elli adamı yenecek yetenektedir. Prensesi hafife alma.” Adrian kralın sakin kalışına anlam veremiyordu.
“Onun ne söylediğini biliyorsunuz?”Adrian kuşu gösterirken Drew başını sallayarak “Evet ama kanıtımız yok. Sadece dikkatli olmak zorundayız,” dedi.
“Yine de prensesin yanına daha çok adam vermemiz gerekirdi.”
“Bence prenses yerine babamın yanına adam göndermeliyiz.” Drew’in sözleri ile Adrian şaşırmıştı.
“Eski kralın ne alakası var bu durumla.” Drew genç adamın sorusuna inanamıyormuş gibi bakmıştı.
“Senin daha akıllı olduğunu düşünmüştüm. Ben şuanda geçici olarak tahttayım. Babam tahttı bana bırakmış olsa da meşru kral hala o. Bir isyanda ilk önce ondan kurtulmaya çalışacaklar. Bunu anlamamak aptallık olur. Ben onlar için basit bir hedefim ama babam, o hala çok güçlü.” Adrian kralın sözleri ile gerilmişti. Dayısı ona baba gibi olmuştu. Onun sayesinde hayattaydı. Ona bir şey olmasına asla izin vermezdi.
“Ben kral Edward’a destek için gidebilirim.” Drew başını iki yana sallayıp ona itiraz etti.
“Sen değil, dışarıda olan bir birlik babama yardıma gidecek.”
“Hangi birlik?” Drew tek kaşını yukarıya kaldırarak genç adama bakmıştı.
“Bu zamana kadar kimsenin görmediği bir birlik, şuanda babamın etrafında. Onları kimse kolay kolay fark edemez.” Adrian kralın neden bahsettiğini anlamasa da ona güvenmek zorunda olduğunu biliyordu.
“Artık odanıza gitmeniz gerekiyor kralım, burada olduğunuzu görürlerse tüm dikkati üzerimize çekeriz.”
“Neyse, ben gidip birazda kraliçeme vakit ayırayım.” Drew’in şakacı tavrı ile Adrian gülümsemişti.
“O zaman kraliçemizi kızdırmadan sizi serbest bırakayım.”
“Dimi ama, kraliçe kızınca içinden savaşçı bir kadın çıkıyor.” Drew gülerek genç adamın odasından ayrılırken Adrian arkasından gülümsüyordu. Odasının kapısını kilitleyip yüzünde ki yarım maskeyi çıkarttığında kılıcının üzerinde ki yansımasına baktı. Onu tanımayan biri bile Adrian ile kral Edward arasında ki benzerlikle ikisini benzetirdi. Adrian kral Edward’a o kadar benziyordu ki bilmeyen biri genç adamı kralın gayri meşru oğlu sanabilirdi. Derin bir iç çekerek maskesi olmadan dolaşabileceği zamanların gelmesini umdu. Aklına annesi gelince yüzü acıyla kasılmıştı. Ondan yıllardır hala bir haber alamamıştı. Ne ölüsü ne de dirisine ulaşmışlardı. Sanki yer yarılıp içine girmişti.
“Anne, neredesin?”
***
Edward atının üzerinde ulaşmak istedikleri köye girdiğinde dikkatle etrafını gözlemliyordu. Garip bir şekilde köyde sakinlik vardı. Dışarıda beklediği gibi halktan çok fazla kişi yoktu. Sanki av sessizliğine bürünmüştü herkes. Nadia arabanın içinden heyecanla doğup büyüdüğü köyü izlerken ağabeyi Albert’i göreceği için oldukça heyecanlıydı.
“Genç adam, köy halkı nerede?” Edward’ın sorusu ile çocuk başını hafif eğmişti.
“Onlar saldırıdan sonra başka yerlere göç etti.”
“Ne saldırısı? Sarayın neden haberi olmadı?” Edward tedirgin bir şekilde etrafına bakınırken korkusu karısı ve kızı içindi. Lizzy kendisini koruyabilirdi ancak Nadia’nın korunmaya ihtiyacı vardı. Gözleri etrafta şahin gibi dolanırken birden duraksamıştı. Ormanlık arazinin içinde dolanan ayak seslerini nerede olsa tanırdı. Derin bir iç çekerek hafif gülümsedi. Anlaşılan oğlu bir şeylerin farkına varacak kadar büyümüştü.
“Sınırdan geçen düşman askerleri köylere saldırıyor, yakıp, yıkıp gidiyor.” Edward duyduklarıyla hızla yanında ki komutanlarına döndü.
“Sizin neden bundan haberiniz yok?” asker mahcup bir şekilde başını eğerken Edward daha da sinirlenmişti.
“Kralım, sınır komutanlarından bize bir bilgi gelmedi. Gelseydi önlemini alırdık.” Adamın sözleri ile Edward dişlerini sıkmıştı.
“Krala haber edin, soruşturma başlatsın.” Adamlardan biri yanlarından ayrılarak haber götürürken köy meydanına duran Edward ve adamları atlarından inmişti. Nadia ve Lizzy at arabasından inerek etrafına bakınırken Lizzy memnuniyetsiz bir şekilde annesine baktı.
“Sen burada mı büyüdün anne?” dediğinde gözleri etrafta gezinirken kendisi ile atışan kuzenine takılmıştı.
“Evet Lizzy, ama çok değişmiş buralar.” Nadia ne beklediğini bilmiyordu ama yıkık bir köy yeri beklemediğine emindi.
“Şu yeğenine söyle bana öyle bakmasın anne, yoksa yapacaklarıma karışmam.” Nadia kızının asi tavrına şaşırsa da saray dışında oldukları için hareketlerine dikkat etmeyi bıraktığını anlayabiliyordu.
“Lizzy sadece ona yabancı geldik. Hadi biraz yürüyelim.” Lizzy annesinin yanında yürürken Nadia yeğenine yaklaşarak “Adını söylemedi, senin adın ne?” diye sordu.
“Ewan leydim,” Nadia elini kaldırıp genç adamın yüzünü okşarken hafif gülümsemişti.
“Ewan, babana çok benziyorsun. Albert nerede, neden köyde kimse yok?”
“Babam evde olmalı, en son hastaydı. Bizde ormana avlanmaya gitmiştik.” Nadia genç adamın son sözlerinin yalan olduğunu gözlerinden okuyabiliyordu.
“Anlıyorum, hadi eve gidelim.” Nadia kocasına bakarak onay alırken yanlarına üç asker vererek “Ben etrafta dolanacağım, dikkatli olun,” dedi. Önde Ewan hemen arkasında anne kız köy içinde ilerlerken Lizzy gerildiğini hissetmişti.
“Anne, eve gitmek zorunda mıyız?” Nadia kızına baktığında onun endişesini gözlerinden okuyabiliyordu.
“Merak etme, burası benim köyüm. Bir şey olacağını sanmıyorum.”
“Yine de köy senin bıraktığın gibi değil anne. Üstelik ailene de güvenmiyorum.” Nadia kızının sözlerine şaşırmıştı. Önden giden Ewan’a bakarak derin bir nefes bıraktı. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından oldukça bakımsız bir evin önüne durdular. Nadia kızına döndüğünde onun yanında olmadığını görünce yutkunmadan edemedi.
“Lizzy, neredesin?” diye seslendi. Ewan Nadia’nın seslenmesi ile ona dönerken etrafa bakınarak genç kızı nerede olduğunu anlamaya çalışmıştı.
“Prenses nerede?” Ewan yutkunarak kadına baktı.
“Bilmiyorum, az önce yanımdaydı.” Ewan kadına evin kapısına kadar eşlik ederken içeriden gelen seslerler Ewan hızla eve girmişti. Nadia dışarıda beklerken askerlerden biri yanında kalıp diğer ikisi de genç adamın peşinden eve girdi. İçeride kopan arbedenin nedenini öğrenmek için bekleyen kadın, yanında beliren kızının derin soluklarla nefes alması dikkatini çekti.
“Neredeydin, bir daha haber vermeden kaybolma.”
“Az işim vardı anne, hadi içeriye girelim.” Nadia ve prenses harabe eve girerken içeride ki adamlar kadının dikkatini çekmişti.
“Neler oluyor burada?” askerlerden biri öne çıkarak cevap vermişti.
“Evde pusuya yatmışlar efendim. Sanırım sizi ve prensesi bekliyorlardı.” Nadia askere yutkunarak bakarken yanında ki kızı öne çıkıp evin içini incelemeye başlamıştı.
“Sen bu evde mi doğdun anne?” dediğinde kadın kızının rahat hareketlerine şaşırmıştı.
“Lizzy, burada kalamayız. Babanın yanına dönmemiz gerek. Onun hayatı tehlikede olabilir.” Lizzy annesinin sözleri ile hızla iler atılmıştı. Evin kapısından çıkarken adım attıkça görüntüsünün silindiğinin farkında değildi. Ewan ve diğer askerler de kızın peşinden giderken azar azar ortadan kaybolan genç kız için endişelenmeye başladı.
“Lizzy bunu yapma, seni görmeden iyi olduğunu nasıl bilirim.” Nadia kızına seslense de askerlerin arasında ilerlemeye devam etti.
“Leydim,” Ewan halasına seslenirken Nadia genç adama ters bir şekilde bakarak “Ben senin halanım, bana Leydim deyip durma!” dediğinde Ewan başını aşağıya eğmişti.
“Ben bunu yapamam. Siz kralın eşisiniz.”
“Burası saray değil Ewan,” Nadia derin bir nefes alarak hızla yürürken Ewan hemen arkasından ilerliyordu.
“Baban nerede?”
“En son evdeydi, hasta olduğu için onu komşunun kızıyla bırakmıştım.”
“Annen neden yanında değil?” Ewan kadının sorusu ile üzgün bir şekilde yutkunmuştu.
“Annem, beni doğururken öldü,” Nadia durarak hızla arkasına dönmüştü. Genç adamı incelerken onun doğru söylediğini biliyordu. Ama ağabeyinin nerede olduğunu bildiğine de emindi.
“Beni babana götür Ewan, bu sana son ikazım.”
“Babamın nerede olduğunu bilmiyorum.”
“Sakın bana yalan söyleme, sakın! Ağabeyim olabilir ama gittiği yol yanlış!” Nadia’nın sözleri ile Ewan bir adım geri gitmişti. Dehşetle halasına bakarken Nadia dilini tutamadığı için kendisine kızıyordu.
“Babam burada değil hala, inan nerede olduğunu bilmiyorum. Sadece bir grubun gelip onunla konuştuğunu biliyorum. Ne konuştuklarını söyleyemem ama aklını karıştırdılar hala. Babam iyi biri, sadece köyü korumaya çalışıyor.”
“Bu şekilde olmaz Ewan, baban yaptıkları öğrenilirse köye ne olacağını bilmiyor mu? Onun yüzünden tüm köy hain ilan edilebilir!” Ewan üzgün bir şekilde başını eğmişti.
“Hepsi kardeşim kaybolduktan sonra oldu, onu bulamadıkça çıldırdı!” Nadia dişlerini sıkarak yürümeye devam etmişti. Edward’a olanları anlatması gerekiyordu. Oğlunun hayatı da tehlikede olabilirdi. Biraz daha ilerledikten sonra gördükleri karşısında donup kalmıştı. Bir grup adam Edward ve yeninde olan birkaç askerin etrafını sarmıştı. Oldukça kalabalık olmaları Nadia’nın daha da korkmasına neden olmuştu. Biliyordu ki Edward’a bir şey olmazdı ama halkı bu saldırıdan çok zarar görürdü.
“Buradan sağ çıkamayacaksın Kral Edward!” adamlardan biri öne çıkarken Edward gayet sakin bir şekilde ona bakıyordu. Karısı yanında değildi. Kızı ise görünmese de yanında olduğunu biliyordu.
“Şimdi teslim olursanız bu yaptığınızı affedebilirim,” dediğinde adamlar Edward’a gülerek bakmıştı.
“Bir avuç askerle mi bizi korkutacaksın, yoksa sarayda bıraktığın güçlerinle mi?” Edward adama kaşlarını çatarak bakmıştı. Güçlerinin öylece bırakılabilecek olduğunu düşündüklerine inanamıyordu.
“Aklınızı kim yalanlarla doldurdu. Eğer teslim olmazsanız sizin için iyi olmayacak!” adamlar Edward’ı ciddiye almıyorlardı. Edward sıkıntıyla başını sallarken karşısında ki adamların ne kadar kalabalık olduğundan çok onlara zarar vermek istemediğini düşünüyordu. Öne çıkan adamla birlikte birkaç kişi daha Edward’a doğru tehditkar bir şekilde yaklaşırken kralın arkasında birden ortaya çıkan Çita sürüsü ile oldukları yerde kalmışlardı. Edward’ın arkasına bakmasına gerek yoktu. Nitekim kendisini bir süredir izleyen hayvanlardan haberdardı.
“Onlara yem olmak ister misiniz? Elinizde ki silahlar onları durdurabilir mi?” hayvanlar ağır ve asil bir ilerleme ile Edward’ın önüne geçerken yankılanan “Ayy!” sesi ile herkes korkuyla geri çekilmişti.
Lizzy babasının neden bahsettiğini bilmiyordu. Görünmese de hemen babasının sağında duruyordu. Her hangi bir saldırıya karşılık öne atılmaya hazırdı. Yaşına göre cesaretli olan genç kız kendisine sürünerek geçen hayvanı fark edince korkuyla çığlık atmış ve adamların şaşkın bakışları karşısında normale dönmüştü.
“Lizzy, hayvanları korkuttun.”
“Ama baba bana süründü!” Adamların varlığını umursamayan baba kız vahşi kedilerin hırlaması ile bakışları adamlara dönmüştü. Her ihtimale karşılık geride duran okçular kralı hedef aldığında asıl hedefin karısı olduğunu göründe bakışları alev alarak yayından çıkan ok’un hedefi yönünü değiştirerek sahibini bulmuştu. Nadia hızlı adımlarla kocasının yanına giderek kendisine bakan adamlara dönmüştü.
“Kralım, burada aileme ait kimse kalmadı. Sadece yeğenim var,” dediğinde Ewan halasına minnetle bakmıştı.
“Yolculuğumuza devam edebiliriz o zaman?”
“Aslında saraya dönmemiz gerek, kralı isyana karşılık uyarmalıyız.” Nadia’nın sözleri ile adamlar yutkunarak Edward’a bakmıştı. Edward adamlara öfkeyle bakarak konuştu.
“Sizin cezanızı kral oğlum verecek. Şu gördüğünüz hayvanlar ona çoktan haber uçurmuştur bile. Ayağınızı denk alın!” anne kız arabaya doğru ilerlerken Nadia kendisine seslenen adama dönmüştü. Yıllar geçse de onu tanımamasına imkan yoktu.
“Leydi Nadia? Ağabeyinizin de aramızda olduğunu biliyor musunuz?” Nadia hafif gülümseyerek adama baktı.
“Ağabeyim bile olsa cezasını çekecek. Lider siz olduğunuza göre o da bu içinde olmalı. Nitekim sizin yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmezdi.”
“Beni hatırlıyorsun?”
“Elbette, köyümdeki kimseyi unutmadım.” Adam bir adım iler atılırken Edward’ta öne çıkmıştı.
“Karıma yaklaşayım deme!” Edward’ta Nadia gibi adamın gözlerinde ki özlemi fark etmişti. Edward dişlerini sıkarken Nadia şaşkınlıkla adama bakmıştı.
Adam üzgün bir şekilde yerinde kalırken Nadia başını iki yana sallayarak devam etmişti.
“Size kim ne vaat etti bilmiyorum ama gittiğiniz yoldan dönün. Bu yaptığınız vatana ihanet olarak görülecektir. Sadece siz değil, evlatlarınız da hain olarak anılacak.” Nadia kocasına dönerek “Gidelim Edward, burada yapacak bir şey kalmadı,” dedi. Kral karısına bakarak atına doğru ilerlerdi. Ewan onlara arkadan bakarken Edward başını çevirerek “Sen bizimle geliyorsun genç adam,” diye işaret etmişti. Ewan krala karşı gelmeyi düşünmüyordu. Zaten bu olanlardan sonra köyde kalmasına imkan yoktu. Bir süre halası ile gidip, sonradan yolunu başka tarafa çevirebilirdi. Babası köyden ayrıldığından beri yalnızdı.
***
Genç kız saklandığı yerden askerlerine işaret vererek içeride kaç kişi olduklarını ve yakalanan arkadaşlarının durumunu bildiriyordu. Depoda birkaç adam kendi adamının başında durarak ona işkence etmek için hazırlık yapıyorlardı. Elizabeth bahsedilen çocukların nerede olduğunu öğrenememişti. Nasılsa adamlardan öğrenirim diyerek deponun kapısına doğru ilerlemeye başladı. Askerleri onun açık hedef halinde ilerlemesine karşılık endişelense de prensesin kendisini koruyabileceğinin en yakın tanıklarıydı. Ahşap kapıyı ileri doğru itip açtığında içeriden ki adamların başları kendisine dönmüştü.
“Sen?” adamlar prensese bakarak şaşkınlıkla sormuştu.
“Senin burada ne işin var?”
“Duydum ki benim askerimi alıkoymuşsunuz, bir ziyaret edeyim dedim,” dediğinde adamlar kızın cesaretine hayran kalmıştı. başladı olduğu belli olan adam diğer adama işaret vererek etrafta başka birinin olup olmadığına bakmasını işaret ederek yeniden genç kıza döndü.
“Büyük cesaret doğrusu, tek başına gelmediğini umarım.” Adamın pis sırıtmasına karşılık Elizabeth’in ciddi ifadesi adamları güldürmüştü.
“Hala yaşıyorken gülmeye devam edin. Birazdan sizi olmanız gereken yere yollayacağım. Tıpkı diğer arkadaşlarınız gibi!” dediğinde adamlar kahkaha atmıştı. Elizabeth deponun arka tarafından merakla gele adamı görünce duraksamıştı. Adamın yüzü kendisine tanıdık geliyordu. Gözlerini adama dikerek onu okumaya çalışırken yutkunmadan edemedi.
“Senin bu hainlerin arasında ne işin var?” Sesi öyle sert çıkmıştı ki adamlar şaşkınlıkla ona bakmıştı.
“Küçük hanımı tanıyor musun Albert?” dediğinde adam başını iki yana sallayarak “İlk defa görüyorum,” dedi. Elizabeth bir adım daha ileri çıkarken içinde ki öfkeye engel olmaya çalışıyordu. Nasıl yapardı? Düşüncelerinde ki soru dilinden dışarıya taştı.
“Kral yeğenine nasıl ihanet edersin?” adam kızın sözleri ile şaşırırken Elizabeth’in ezici bakışları altıda yutkunmuştu.
“Kim olduğunu bilmiyorum, ne hakkında konuştuğunu da!” dediğinde Elizabeth en az adam kadar şaşkındı.
“Sen, sen kız kardeşine ihanet ettin. Cariye Nadia bu olanları öğrendiğinde ölmek isteyecektir.”
“Nadia’nın adını ağzına alma!” Adamın ani çıkışı ile Elizabeth yerinde sakince durarak onu okumaya çalıştı. Beyninden geçen düşünceler her seferinde genç kızı dehşete düşürüyordu.
“Seni nasıl kandırdılar? Kim olduğun açığa çıktığında kardeşine ne olacağını hiç düşünmedin mi? Hainin kardeşi olarak saraydan gönderilebilir. En kötüsü sürgün yiyebilir.” Adamlar Albert ve Elizabeth’in konuşmasından sıkılmış gibi öfkeyle çıkışmıştı.
“Bu kızı tanımadığına emin misin? Bizi ele verecektir, onu öldürün!” adamın emri ile birkaç kişi Elizabeth’e doğru hareket ederken Albert araya girerek onları durdurmuştu.
“O haklı, kardeşime ne olacağını düşünmemiştim. Prensin onu saraydan atmaya çalıştığının kanıtını göstermediler!” dediğinde Elizabeth tiz bir kahkaha atmıştı.
“Nadia’yı saraydan atmak mı? Size bu yalanı kim söyledi?” Albert genç kıza dönerek üzgün bir şekilde bakmıştı. Özellikle son birkaç ayda köyünde dolanan söylentiler canını sıkmıştı. Üzerine gelen adamların planıyla kendince kardeşini korumak istemişti. Yıllardır görmediği evlerinin çiçeğine zarar gelmesine izin verememeye yemin etmişti.
“Kralın prensi tahta çıkardıktan sonra Nadia ve prensesleri saraydan göndereceğini herkes duydu.”
“Kral neden annesini saraydan göndersin, aklınız bunu alıyor mu?”
“Ne annesi? Kral Drew, Kraliçe Barbara’nın oğlu!” dediğinde Elizabeth neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Birileri oyununu oynuyor ve bunda da başarılı oluyordu.
“Birileri size yanlış bilgi vermiş dayı Bey. Kral Drew sizin öz yeğeniniz. Kraliçenin nüfusuna yazıldığı doğru ama onun annesi Cariye Nadia’dır.” Adam duydukları ile öfkeyle ileri atılmıştı.
“Bu yalan!”
“Hayır, gerçeğin ta kendisi!”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Çünkü kraliçe Barbara’nın tek çocuğu var, o da Elizabeth!” dediğinde adamlar şaşkınlıkla birbirine bakmıştı.
“Sana neden inanalım. Ya bizi kandırıyorsan?”
“Sizi kandırmak için bir nedenim yok, öğrenmeniz çok kolay. Birini gönderin ve saray kapısında herhangi birine sorsun!” dediğinde adamlar ne yapacağını şaşırmıştı. Genç kızın sözleri akıllarını iyice karıştırmıştı. Eğer dedikleri doğru ise oyuna gelmişlerdi. Onlar prens Drew’in kraliçenin sözünden çıkmayan bir piyon olduğunu düşünüyorlardı. Aldıkları bilgi prensin hiçbir gücünün olmadığı ve kraliçenin her dediğini yaptığı yöndeydi. Akıllarınca kibirli kraliçenin halkını perişan edeceğini ve savaşa neden olacağını düşündüler. Kraliçe ve babasının iktidar hırsı saray dışına kadar, halka kadar yansımıştı. Ayaklanma ile kraliçe ile prensi tahtan indirmeyi planlayan bir gruba katılmaları da bu yüzdendi. Ama bilmedikleri ayaklanmayı planlayanın kraliçe Barbara’nın ta kendisi olduğuydu. Barbara bu şekilde hem prensten hem de Nadia’dan kurtulmayı planlıyordu. Yeni yasaya göre de Elizabeth tahta oturacaktı.
“Sizi son kez uyarıyorum, askerimi bırakın.” Albert kıza bakarken diğer adamlarda en az onun kadar kararsızdı. “Kral Edward bu olanları duyduğunda size ne olacağını hiç düşündünüz mü?” dedi.
“Kral Edward etrafında olanlardan haberdar değil, olsaydı halk bu kadar acı çekmezdi.”
“Ne demek istiyorsun? Kral adil bir kraldı. Her zaman halkının arkasında durdu. Birçok ülkeye göre ferah içinde yaşıyorsunuz.”
“Bir zamanlar öyleydi doğru, ama son yılda her şey tersine döndü. Aç yetkililer halkın iliğini sömürüyor.” Elizabeth adamın her sözünde geriliyordu.
“Sizinle daha sakin bir şekilde konuşmak için bir yere oturmaya ne dersiniz?”
“Bunu neden yapalım?” kendisine gelen asker Elizabeth’i görünce başını sallayarak “Prenses, hemen buradan gidin!” diye bağırmıştı.
“Prenses mi?” Elizabeth, gözlerini kapatarak bir süre sakin kalmaya çalıştı.
“Ne prensesi, sen prenses misin?” Adamlar ellerinde ki silahları yeniden kavrarken Elizabeth elini kaldırarak “Sakin olun biraz, buraya ağabeyim kral Drew’in emri ile geldim. Halkının durumunu öğrenmemi istedi,” dedi. Adamlar hala tehditkar şekilde genç kıza bakarken Elizabeth derin bir nefes aldı.
“Bakın size zarar vermek gibi bir derdim olsaydı sizinle konuşmazdım. Ayaklanma planladığınızı biliyorum. Kralda bunu biliyor. Kurtulmanızın tek yolu kral Drew’e sadakatinizi sunmanız.”
“Bunu neden yapalım?”
“Çünkü Kral Drew, çok merhametlidir.” Albert genç kıza daha dikkatli bakmaya başlamıştı. Onda Nadia’dan iz arıyordu.
“Sen hangi prensessin?” Albert’in sorusu ile Elizabeth üzgün bir şekilde cevap vermişti.
“Maalesef kraliçeden olma Elizabeth’im!” dediğinde adamlar yutkunmuştu. Elizabeth’in gücünün sınırının olmadığını tüm ülke duymuştu.
“İspatla,” Albert genç kıza gözlerini kısarak baktı. “Yalan söylemediğinizi nereden bilelim. Prensesi küçükken bir kez görmüştüm. Onun ateş ve su gücü vardı!” Elizabeth iki avucunu yukarı kaldırarak artık basit bulduğu gücünü göstermişti. Avuçlarında ateş ve su oluştuğunda adamlar geriye doğru adımladı.
“Şimdi inandınız mı? Lütfen, oturup konuşalım. Drew’in kimseye zarar vermesini istemiyorum.” Bir süre duraksadıktan sonra bağlı adamı çözen diğer adam Albert’in yanına yaklaşarak “Sana neden güvenelim, sen kraliçenin kızısın. Bize neden yardım edesin?” dedi.
“Damarlarımda kraliçenin kanı olsa da ben Edward’ın kızıyım. Ayrıca ağabeyim benim en sevdiğim kardeşimdir. Ona zarar verecek kişi annem bile olsa acımam.” Prensesin depodan uzun süre çıkmaması dışarıda bekleyen askerleri tedirgin etmişti. Hızla deponun kapısından içeriye girdiklerinde ise Elizabeth ve adamların karşılıklı oturup konuştuklarını görünce askerler şaşırmıştı.
“Prenses Elizabeth,” askerlerin başı şaşkınlıkla prensese seslenirken Elizabeth bakışlarını içeri giren askerlere döndürdü.
“Geldiniz mi? bir kaçınız dışarıda beklesin, diğerleri de deponun arkasını!” dediğinde askerler hızla oradan ayrılmıştı. Prenses bir süre adamlarla konuştuktan sonra gruba dahil olan diğer kişileri ve sebeplerini de öğrenmişti. Üzülse de hiç bir şey ihaneti makul göstermiyordu. Bakışları birkaç dakika dalgınlaştığında aklına gelen şeyle duraksadı.
“Kaçırılan çocukları olduğunu duydum, onlar nerede?” Albert yanında ki adamlara bakarak kaşlarını çatmıştı.
“Çocuk mu kaçırıyorsunuz?”
“Biz görmedik, askeri bize getiren kişi onu konuşturmamızı istedi. Çocuktan haberimiz yok.” Asker prensesin gözlerine bakmaktan çekinerek araya girdi.
“Prenses çocukların tutulduğu yeri biliyorum. Sanırım onları isyan için ön safta kullanacaklar.”
“Buna asla izin vermem.”
“Çocuklar nerede? Kaç yaşındalar, aralarında kız var mı?” diye heyecanla konuşan Albert herkesin dikkatini çekmişti. Asker başını sallarken Elizabeth yerinden kalkarak derin bir nefes verdi.
“O zaman ilk işimiz çocukları kurtarmak olacak. Sonrasında kraliçeye güzel bir mesaj göndereceğim.” Asker kızın sözlerine karşılık boğazını temizleyerek araya girdi.
“Bir şey daha var prenses, adamlar konuşurken duydum. Kraliçenin yıllardır peşinde olduğu bir kadın varmış. Onun nerede olduğunu buldular. Onu almak için gideceklerdi!”
***
Bölümü nasıl buldunuz? Sizce kadın kim ve onu önce kim bulacak? Yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim.
14.BÖLÜM <<<<<—–>>>>> 16.BÖLÜM
Kadın halası sanırım adrian in annesi mi off ya çok güzel bir bölümdü ve çok gzuel bir yerde bitti haftaya kadar sabırla bekleyeceğim artık harikasın yazarcığım
Teşekkür ederim. Okurken hikayenin içine girebiliyirsanız ne mutlu. ☺️
Resmen kendim yaşıyormuşum gibi hissediyorum.
Teşekkür ederim
Teşekkür ederim. Belli değil. Sonuçta ortada kayıp bor kadın var ama bulunan o mu bilemem. ☺️
Sonunda prensesi buldular mı yani
Bölüm süperdi ellerine emeğine sağlık
Yeni bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum
Teşekkür ederim
Ellerine sağlık yazarım yine çok güzel bir bölümdü
Arkadaş bu kraliçe de neymiş be her bir haltan haberi var. Herşeyin içinden çıkıyor. Acayip sınır oluyorum.
Kraliçenin aradığı kadın kralın kardeşiyse nasıl kral bulamazken bu soysuz bulabiyor anlamıyorum.
Elizabeth ve Adrien’in ne kadar farklı güçleri var çok merak ediyorum. Sürekli Elizabth’in sonsuz gücünden bahsedip duruyorlar ama ne olduğunu şöylemiyorlar.
Aslında ikisi bir güçle doğdu ama farkında değiller.
Bence kraliçenin aradığı kadın kayıp prenses yani kralın kardeşi.
Bence kraliçenin aradığı kadın kayıp prenses yani kralın kardeşi. Ayrıca hiç emin deyilim ama ilk Elizabeth bulacak gibi geliyor bana. UMARIM ÖYLE OLUR.
Orası kesin ama kadın gerçekten o mu bilmiyoruz.
Adrian’ın annesini buldular.Şimdi ne olacak?
Bilmem duruma göre olur bir şeyler ☺️
Kralın aradığı kız kardeşi umarım Elizabeth bulur bölüm çok güzeldi bu hafta çabuk geçse de yeni bölüm gelse ellerine sağlık yazarcım
Teşekkür ederim . Bakalım nasıl olur.
Bölüm çok güzeldi ellerine emeğine yüreğine aklına sağlık yazarım kayıp prensesi umarım Elizabeth bulur kraliçe herkesi nasıl kandırmış ya Elizabeth in annesine mesajı ne olacak çok merak ediyorum
Teşekkür ederim. İki prenses karşılaşırsa nasıl olur düşünmüyor değilim. ☺️ Kraliçe izini belli etmiyordu.
Çok hoş bir bölümdü.
Teşekkür ederim
Bölümü yeni okuyabildim güzel bir bölüm baya hareketli günler geliyo .. bulunan kadın aranan prenses olabilirmi
Teşekkür ederim. Bulunacak kadın sarayı karıştırabilir
Bayılıyorum ya harika bir bölüm olmuş
Teşekkür ederim
Adrianın anneside bulundu demekki harika gidiyor bölümleri heyecan ile bekliyorum
Teşekkür ederim canım
Çok heyecanlı bir bölümdü . Yeni bölümü çok büyük bir merakla bekliyorum
Adrian annesini Elizabeth bulması harika olurdu❤️