Asil Kan 18. Bölüm

enç kadın kulağına dolan sesle titremeye başlamıştı. Arkasını dönmeden önde cesaretini toplarken omuzlarında hissettiği baskıyla yutkunmadan edemedi. Ağır bir şekilde geriye dönerken kendisine inanmazcasına bakan adamla göz göze gelmişti.

“Almira, bu sen misin?” kadın ne söyleyeceğini bilememişti. Yüzünde ki örtünün ağır bir şekilde indirilmesi ile gözlerini kapatmıştı.

“Sensin!” Edward öğrendikleriyle acele taht odasına doğru ilerlerken karşılaşacağı sürprizden habersizdi. Kardeşinin sesini duyduğunu sanırken birden karşısında görmüş olmak adamı gafil avlamıştı. Yıllardır öldü mü kaldı mı diye merak ettiği kardeşi sapasağlam karşısında duruyordu. Mutlulukla kadını kollarının arasına çekerek sıkıca sardı.

“Küçük prensesim burada, buna inanamıyorum.” Almira ağabeyinin sarılışına karşılık verirken birden ağlamaya başladı.

“Abi…”

“Şiştt sakin ol prensesim, hayatta olduğuna inanamıyorum. Bunca yıl seni bulamadığım için özür dilerim.” Edward ne söyleyeceğini nasıl davranacağını bilmiyordu. Gözü onlara özlemle bakan Adrian’a takıldı. Anne oğulun henüz konuşmadığını anladığında ise üzülmüştü. Elizabetk şüpheci bir bakışla odadakileri izlerken Edward geri çekilerek kadının yüzünü iki avucunun içine aldı.

“Hayattasın, yaşıyorsun.” Almira başını sallarken Edward devam etmişti.

“Neredeydin, neden gelmedin?”

“Gelemedim…” Kadının sözleri ile Edward gerilirken Elizabeth iki kardeşinin buluşmasını gülümseyerek izlemişti.

“Babacım, beni unuttunuz.” Araya giren prenses Edward’ın gülmesine neden olmuştu.

“Seni unutmam mümkün mü prenses?” Elizabeth omzunu silkerken Edward diğer kolunu açarak kızını davet etmişti. Prenses Elizabeth davete hemen icap ederken Drew onlara yüzü asılarak baktı. Ne kadar büyümüş olsa da kıskanmanın yaşı yoktu. Edward oğluna ve yeğenine bakarken minnetle gülümsemişti.

“Nasılsın Drew?” Babasının sorusu ile Drew derin bir iç çekti.

“Hala çok gençsin baba, tahtını geri almaya ne dersin?”

“Bunu düşünme bile, ülke sana emanet. Ayrıca inzivaya çekilmek çok keyifliymiş.” Edward’ın sözleri ile Elizabeth gülerken Drew yüzünü asmıştı. Aile bir arada toplanmış gibiydi. Prensesin aklına gelen şeyle hızla babasının kollarından çıkmıştı.

“Nadia annem nerede?” Edward Nadia’nın adını duyunca gülümsemişti.

“Odasına çekildi, yol onu çok yormuş.” Elizabeth heyecanla izin isteyip odadan çıkarken Elizabeth’in çıkması ile Adrian daha fazla dayanamayarak annesine doğru ilerleyip önünde durmuştu.

“Annecim?” Almira oğlunun gözlerine özlemle bakarken kollarını açarak Adrian’a sarılmıştı. Genç adam yaşadığı mutlulukla gözyaşı dökerken Drew ve Edward anne oğula üzgün bir şekilde bakıyordu. İkilinin kavuşma anı oldukça duygusal olmuştu.

“Adrian, başardığına çok sevindim.” Geri çekilerek oğlunun yüzünün yarısını kaplayan maskeyi çıkardığında genç kadın yutkunmuştu.

“Sen…” Bakışları hızla Edward’a dönerken adam omzunu silkeleyerek kardeşine gülmüştü.

“Bana bakma öyle, senin marifetin. Derlermiş en çok kimi seversen çocuğun ona benzermiş, demek ki en çok beni seviyormuşsun ki oğlun dayısının kopyası oldu.” Adrian bakışlarını kaçırırken Almira gülerek abisine sarılmıştı.

“Bundan şüphen mi vardı abicim?” Adrian annesi ve dayısına gülümseyerek bakarken heyecanlıydı.

“Nasıl oldu, sen nasıl saraya geldin?”

“Bunu prensese borçluyum. Karşılaşmamız tamamen tesadüf. Saldırganları hiç acımadı abi… Prenses çok cesur.” Almira’nın sözleri ile Edward gerilirken Adrian şaşırmıştı.

“Saldırgan mı? Sana kim saldırsın ki?” Almira bakışlarını kaçırırken Edward kardeşinin beyninden geçenleri okuyabiliyordu.

“Elizabeth ile karşılaşman iyi olmuş. Keşke daha önce gelseydin, bu kadar zorluk çekmek zorunda kalmazdın.”

“Şimdi ne olacak ağabey? Biliyorsun ki Alexis sarayda olduğumu öğrenirse oğlumu aramaya gelecek.”

“Oğlunu düşünme artık, koca adam oldu. Yakında kendi ülkesinin başına geçecek.” Almira yutkunarak abisine bakarken Adrian da şaşırmıştı.

“Nasıl?” Drew son soruya kadar sessizliğini korumuştu.

“Savaşa giriyoruz Adrian, kral Alexis ve diğer sınır ülke bize savaş açma hazırlığındalar. Çift taraflı savaşa gireceğiz.”

“Ama…” Edward oğluna bakarken dişlerini sıkmaya başladı.

“Ne zamandan beri hazırlıklar var?” Drew babasına üzgün bir şekilde bakarak konuştu.

“Korkarım uzun bir süredir var. Ajanlarım hazırlıkların bitmek üzere olduğunu söyledi.”

“Ajanlar?” Edward bakışlarını kaçıran oğluna şaşkınlıkla bakmıştı.

“Şey…”

“Şu benim etrafımda donanan ajanların gibimi?” Edward’ın sorusu ile Drew başını eğmişti.

“İşimi şansa bırakamazdım baba, saray dışında güvende olman gerekiyordu.” Drew’in sözlerine Edward gülerek karşılık vermişti. Ağır adımlarla oğluna yaklaşarak genç adama sarıldı. Yaşı kaç olursa olsun bir babanın sarılışına her evlat muhtaçtı. Drew huzuru ve güveni tattığı kolların çekilmesi ile yüzünü asmıştı.

“Küçük bir çocuk gibisin Drew, yakında baba olacaksın hala çocuk gibi yüzünü asacaksın.”

“Sende duydun mu?” Drew heyecanla babasına bakarken Edward başını sallayarak ona cevap vermişti.

“Sarayda herkes kralın bebeğini konuşuyor. Senin adına çok sevindim Drew, umarım senin gibi bir evlat olur.”

“Teşekkür ederim baba…” Drew halasına ve Adrian’a bakarak konuştu.

“Peki şimdi ne olacak? Adrain ve halamın bağlantısını açıklayacak mısınız?” Edward kısa bir süre düşündükten sonra başını iki yana sallamıştı.

“Bir süre daha saklı kalmalı. Özellikle Elizabeth’in yanında dikkatli olun. Onun öğrenmesini istemiyorum. En azından şimdilik…”

“Ama neden? Ben prensesten bir şey saklayamam ki?” Drew’in sözleri Edward’ı gülümsetmişti.

“Saklaman gerekiyor Drew, bu Elizabeth’in iyiliği için. Uzakta olsa ana kraliçeden Adrian ile akraba sayılıyorlar. Bu durumu kullanmak isteyenler olacaktır.” Adrian derin bir iç çekerek maskeyi yeniden yüzüne takmıştı. Yakında tamamen kurtulacağı maskeden ayrılmak zor olacak gibiydi. Almira oğlunun kolunun altına girerek huzurla iç çekti.

“Oğluma sahip çıktığın için sana minnettarım abi, sana ulaşamasaydı ona ne olacağını düşünmek bile istemiyorum.”

“O benim yeğenim Almira, babasının kim olduğu önemli değil. Önemli olan benim kanımdan olması da değil. Himayem altında ki tüm çocuklar benim için kıymetlidir.”

“Biliyorum, yine de teşekkür ederim.” Adrian annesinin saçlarını öperken hala kadının varlığına inanamıyordu. Birden geri çekilirken odadakiler şaşkınlıkla genç adama bakmıştı. Taht salonunun kapısında ki görevli “Ana kraliçe teşrif ettiler,” bildirisi ile herkes toparlanmıştı.

“Kralım, saraya döndüğünüzü duyunca sizi görmek istedim. Sarayınıza hoş geldiniz.” Edward yapışık ikiz gibi gezen baba kıza kaşlarını çatarak bakmıştı.

“Pek hoş bulmadım ana kraliçe.” Edward’ın soğuk sözleri ile kadın başını kaldırıp kocasına baktı.

“Anlamadım?”

“Anlaşılmayacak bir şey yok. Saray dışında halkım eziyet içinde yaşıyor. Düşman sınır kapılarına dayanmış kimsenin haberi yok. Sence ne kadar hoş bulabilirim?” Ana kraliçe ve babası gerilirken Edward Adrian’a dönerek “Hekim hanımı kraliçenin odasına götürün, bundan sonra kraliçeyle o ilgilenecek” diyerek anne oğulu salondan çıkmaları için uyarmıştı.

“Emredersiniz efendim…” Adrian annesi ile salondan çıkarken ana kraliçe onların arkasından bakıyordu. Avını yakalamak isteyen avcı gibi ikiliyi takip ederken Edward kadının bakışlarından hoşlanmamıştı.

“Seni uyarıyorum Barbara, ne kraliçeye ne de hekimine yaklaşmayacaksın. Torunuma bir şey olursa sorumlu olarak ilk seni tutacağımı bilmelisin.” Ana kraliçe gözleri büyüyerek Edward’a bakarken Drew de ondan farksız değildi.

“Kralım siz beni neyle suçladığınızın farkında mısınız?” Barbara’nın sesi yükselirken Edward sakin bir şekilde kadına baktı.

“Bunca yıl yaptıklarını bilmediğimi mi sanıyorsunuz? Sen ve babanın yaptığı her şeyden haberim var. Daha önce seni uyarmamış olmam cesaretlenmene neden oldu belli ki ama bundan sonra hiçbir suçun karşılıksız kalmayacak. Yakında Alexis’in ülkesini yerle bir edeceğim. Şimdi git o ajanlarına Alexis’e haber vermelerini söyle. Ayağını denk almazsa sonuçlarına katlamak zorunda kalacak.” Drew ana kraliçeyi açık açık tehdit eden babasına şaşkınlıkla bakarken kraliçe ve babası öfkeyle ikiliye bakmıştı.

“Sen bana emir veremezsin Edward, arttık tahtta sen oturmuyorsun. Hiçbir gücün yok.”

“Öyle mi dersin?” Edward oğluna bakarak gülümsemişti.

“Drew, mühür sende olduğunu düşünen ana kraliçeye kralın hala kim olduğunu söylemende bir sakınca görmüyorum.” Ana kraliçe ve babasına hala kralın kim olduğunu söyle!” Drew yutkunarak babasına bakmıştı. Karşısında ki baba kıza dönerek sakin bir şekilde “Emredersiniz kralım,” dediğinde ikilinin yüzündeki ifade görülmeye değerdi.

“Atladığın bir şey var kraliçe Barbara, oğlum taç giymiş olabilir ama hala resmi kral benim!” ikili yutkunarak Edward’a bakarken Edward devam etmişti.

“Yoksa saray dışında bana suikast için adam göndermezdiniz değil mi?”

“Bu bir iftira, sırf Alexis kuzenim diye bana ve babama iftira atıyorsunuz.”

“Öyle olsun, şimdi huzurdan çekilin.” Ana kraliçe ve babası kapıya doğru öfkeli adımlarını atarken Edward onları dikkatle izliyordu.

“Onları takip etmesi için dostlarına emir ver Drew, ve dikkatli olun. Bu günden sonra daha da saldırgan olacaklardır.”

“Merak etme baba, her zaman gözüm üzerlerinde olacak.” Edward başını sallayarak sarayda olmadığı zamanlarda Drew’in neler yaptığına dair rapor almaya başlamıştı.

***

“Ah kraliçem, çok sevindim sizin adınıza.” Katren bir eli karnında hafif gülümsüyordu. Anne olacaktı… Karnında ki bebek bir prens veya bir prenses olsa da onun kanından olacaktı. Heyecanla konuşan hizmetlisine gülümseyerek bakmıştı.

“Prenses Elizabeth gerçekten müthiş değil mi? Size bir kez bakması hamile olduğunuzu anlamasına yetti.  Gerçekten harika biri…” Katren hizmetlisine hak vermişti. Odasının kapısında bekleyen hizmetli hekimin geldiğini bildirirken Katren içeri almalarını söyleyerek gelen kişilere bakmıştı.

“Danışman Adrian, siz…”

“Kral Edward bundan sonra sizinle hekim hanımın ilgileneceğini, ona her daim güvenmeniz gerektiğini bildirdi kraliçem.”

“Öyle mi? Bir dakika Edward mı dediniz? Kral babam geri mi döndü!” Katren hızla yerinden kalkarken başı dönmüştü.

“Dikkat edin kraliçem, bu kadar hızlı hareket etmemelisiniz.” Hizmetlinin uyarısına aldırmadan heyecanla gülümsemişti.

“Duymadın mı, Kral Edward saraya döndü. Ah gerçekten onu özlemiştim,” dediğinde herkes şaşkınlıkla genç kadına bakmıştı.

“Ne bakıyorsunuz öyle?”

“Kralın dönmesine bu kadar sevinmeniz garip geldi doğrusu…” Katren kaşlarını çatarak odanın kapısından içeriye giren iki prensese baktı. Felisa ve Flora kraliçenin hamile olduğunu öğrendiğinde onu ziyaret etmek istemişti. Kraliçenin heyecanına anlam veremeyen iki prenses araya girdiğinde ortam gerilmişti.

“Siz sevinmediniz mi? Ne de olsa babanız…”

“Doğru, bizim babamız ama sizin değil!”

“Prenses Felisa?” Adrian araya girmek istediğinde Katren elini kaldırarak onu susturmuştu.

“Ne oldu, yoksa prensesler Kral Edward’a olan sevgimi kıskandı mı? Kısa sürede beni kızı gibi görüp ilgilenmesinden hoşlanmamış görünüyorsunuz. Kalbiniz kötü olmasaydı babanız sizinle daha fazla vakit geçirirdi.” Felisa kraliçenin sözleri ile çılgına dönerek ona saldırmak istediğinde birden donup kalmıştı.

“Sakın ona parmağının ucunu dahi sürme, yoksa seni mahvederim.” Ortama dolan öfkeli soğuk ses herkesi korkuturken sadece Adrian şok olmuş bir şekilde kapıda beliren kıza bakmıştı. Elizabeth iki prensesin acele bir yere gittiğini görünce merakına yenik düşerek onları takip etmişti. Nitekim ikisi bir arada olunca her zaman sorun çıkarıyorlardı. Duydukları ve gördüklerinden sonra yanılmadığını anlamıştı.

Kraliçeye saldıracağı sırada prensesin hareket etmesini engelleyen genç kızın gözlerinden adeta kızgın alevler çıkıyordu. Bu tabir değildi, elle tutulacak şekilde ateş gözlerinden dışarıya taşıyordu. Avuçlarını güçlükle zapt ettiğini fark eden Adrian öne çıkarak “Prenses, sakin olmalısınız!” dediğinde Elizabeth alevli gözlerini genç adama çevirdi. İlk kez başına böyle bir şey gelmişti. Güçlerini kontrol etmekte ilk kez zorlanmıştı. İki prenses korkuyla kıza bakarken Almira yeğeninin öfkesine şaşırmıştı.

“Prenses Elizabeth, lütfen ben iyiyim…” Katren cesaretle genç kızın kolunu tutmak istediğinde Adrian ona engel olmuştu. Nitekim kızın kızaran teninden alev gibi yandığı belli oluyordu.

“Lütfen ona dokunmayın kraliçem, zarar görebilirsiniz.”

“Elizabeth!” Adrian kıza sadece adı ile seslendiğinde prenses bakışlarını ona çevirerek hafif nefes vermişti. Gözlerini kapatıp açtığında alevlerin az da olsa geri gittiğini görmüştü.

“Sakinim…” Elizabeth rahatladığını anladığında kraliçenin önüne giderek ona selam vermiş ve ağır bir şekilde hala donmuş olan prenses dönerek dişlerini sıkarak konuşmuştu.

“Doğduğumdan beri bana yaptıklarınızı sineye çektim. Ama kraliçeye yaklaşacak olursanız sizi affetmem. Ne babam ne de abim sizi elimden alamaz. Şimdi beni anladığınızı düşünerek hemen burayı terk etmenizi istiyorum.” Elini sallaması ile serbest kalan Felisa öfkeyle genç kıza bakmıştı.

“Bu burada bitmedi Elizabeth,” diyerek hızla odadan çıkarken Elizabeth arkasından bağırmıştı.

“Heyecanla bekleyeceğim prenses!” iki kız kardeş odadan çıktıktan sonra Elizabeth rahat bir nefes vermişti. Kraliçeye dönerek “İyi misiniz?” diye sorduğunda Katren başını sallasa da Elizabeth gülerek kadının karnına elini koymuştu. Gözlerini kısa bir kapatmanın ardından mırıldanarak “Bende sizinle tanışmaya can atıyorum,” dediğinde odadaki herkes yutkunarak prensese bakmıştı.

“Sen… Sen onunla konuşuyorsun?” Katren heyecanlanırken Elizabeth gözlerini kaçırarak dişlerini sıkmıştı. Yine kendine engel olamayarak yapmaması gereken bir şey yapmıştı.

“”Bu aramızda kalsa…” Elizabeth etrafa bakarak sadece Adrian ve halasını görünce derin bir nefes almıştı. Odada hizmetlinin olmaması yine güvenlik çemberinin devreye girdiğini gösteriyordu.

“Prenses?”

“Danışman Adrian, bu konu aramızda kalırsa sevinirim. Nitekim yeğenlerim doğana kadar kimse bu durumu bilmemeli.”

“Yeğenler?” Katren elini hızla karnına koyarken yutkunmadan edememişti. Elizabeth ona üzgün bir şekilde baktı.

“Sizin için zor olacak kraliçem ama çoklu gebeliğe hamilesiniz.”

“Anlamadı?”

“Şaşkınlığınızın farkındayım ama bu durum aramızda kalmalı. Bu yüzden sizinle sadece hekim Hanım ilgilenecek.”

“Kaç tane?” Almira kendini tutamayarak sormuştu. Elizabeth kadına başını sallayarak baktı.

“Üç!”

“Üç Asil Kan!” Almira yutkunarak yeğenine bakmıştı.

“Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi prenses?” Ardian ve kraliçe Almira’ya bakarken Elizabeth başını sallayarak ona cevap vermişti.

“Bu yüzden kimse bilmemeli. Babama haber vermemiz gerek!”

“Neler oluyor?” Katren daha fazla dayanamayarak araya girmişti. Elizabeth kraliçenin oldukça zor bir dönemden geçeceğini bildiği için onun adına üzülmüştü. Hiç kolay olmayacaktı. Bebeklerin güçleri annenin hayatına mahal olabilirdi.

“Bu durumu babam ve abim olmadan konuşmasak iyi olacak. Merak ettiğinizi biliyorum. Bebekler henüz çok küçük ama şu kadarını söylemeliyim ki eğer bir aksilik olmadan doğarsalar ülke adına büyük değişiklikler olacak.”

“Anlamıyorum…”

“Üzgünüm kraliçem, sizin için zor bir gebelik olacak.” Katren koruma iç güdüsüyle elini karnına koyarken üzgün bir şekilde prensese bakmıştı.

“Onlar iyi olduğu sürece elimden geldiği kadar dayanırım.”

“Size yardımcı olmak için elimden geleni yapacağım.” Elizabeth odadan çıkarken Adrian onu takip etmeye başlamıştı. Genç kız bir süre uzaklaştıktan sonra duvara yaslanarak elini kalbine koymuştu. Ülkesi adına sevinse de kraliçe için üzülüyordu. Gözünden aşağıya akan yaşlar ne yazık ki mutluluktan değildi.

“Prenses, iyi misiniz?” Adrian genç kızın duvara yaslanmış bir şekilde ağladığını görünce endişelenmişti. Az önce olanlara anlam veremiyordu. Elizabeth duyduğu sesle hızla toparlanmaya başladı. Arkasından gelen adamı fark etmediğine inanamamıştı. Derin bir nefes alarak ciğerini rahatlatmış ve hafif gülümsemeyle “Neden iyi olmayayım ki?” diye sormuştu.

Yine aynısı oluyordu. Karşısında ki adamın gözlerinin en derinine bakmasına rağmen onu okuyamıyordu. Bu durum gün geçtikçe canını sıksa da içi şüpheyle dolmaya başladı. Normal bir insanın düşüncesine sızması daha bebekken kolayken karşısında ki adamda bunu başaramıyor olması onu tedirgin etmeye yetmişti.

“Kralı tebrik etmek için taht salonuna gidiyordum. İyi değilseniz size eşlik edebilirim.”

“Gerek olduğunu sanmıyorum. Kralın yanına gidiyorsanız size söylediğimi unutmayın. Kraliçenin durumu şimdilik bir sır. Babam ve kral ile sonra bizzat konuşacağım.” Adrian başını sallayarak prensesi onaylarken Elizabeth arkasını dönerek özlediği kadını görmeye gitmişti.

***

“Anne neden anlamıyorsun? O adamı etrafımda istemiyorum.”

“O adam dediğin senin kuzenin Lizzy!” Nadia isyan bayrağını çeken kızına kaşlarını çatarak baktı. Derin bir iç çekerek asi kızını sakinleştirmek için ne söyleyeceğini düşünmeye başladı.

“Prenses Elizabeth sizi görmek istiyor hanımım.” Nadia Elizabeth’in adını duyunca hemen oturduğu yerden ayağa kalkmıştı.

“Prenses?” Kadın sevgiyle kıza bakarken yanında ki kızının homurtusu ile kaşlarını çatmıştı.

“Lizzy, ablana saygılı ol.”

“Bir şey demedim. Ewan denen adamı benden uzak tut yeter.” Elizabeth kardeşine gülümseyerek bakıyordu. Onu açık bir kitap gibi okurken kardeşinin saf yüreğinin kırılamaması için temennilerde bulunmuştu.

“Nadia anne nasılsın? Seni çok özledim.”

“Biraz yorulduk ama saraydan çıkmak rahatlatıcıydı. Dışarıda bir hayat olduğunu görmek bana iyi geldi.”

“Anlıyorum… Yolculuk prenses Lizzy’e de iyi gelmiş sanırım. Yüzüne renk geldi.”

“Öyle, biraz asiydi ama küçük prenses halkının nasıl yaşadığını gözleriyle gördü.” Lizzy annesi ve ablasının konuşmasını sessizce dinlerken Elizabeth gülerek ona bakmıştı.

“Yakında küçük hala olacaksın, nasıl hissediyorsun?” Elizabeth’in sorusu ile Nadia ve Lizzy şaşkınlıkla ona bakmıştı.

“Bebek mi? Kraliçe hamile mi? Ne kadar çabuk!” Lizzy’in sorusuna iki kadında gülmüştü. Nadia mutluluktan ağlamaya başlamıştı. Oğlu baba olacaktı.

“Drew nerede? Onu görmem gerek.” Nadia kapıya yöneldiğinde Elizabeth onu durdurdu.

“Senin gitmene gerek yok Nadia anne, eminim o da seni görmek için gelecektir. Şuanda babamla ciddi bir toplantıda olmalı.”

“Ne oldu?” Kadının endişeli sorusunun cevabını Lizzy de merak ediyordu.

“Sarayda sorun mu var?”

“Sınırda hareketlilik var Lizzy, sanırım savaş hazırlıkları başladı.”

“Savaş mı ama…” Nadia korkuyla genç kıza baktı. Savaş demek yen kıyımlar demekti ona göre. Derin bir iç çekerek iki kızın elini birden kavradı.

“Ne olursa olsun kendinize dikkat edin. Böyle durumlarda saldırının nereden geleceğini bilemezsiniz. Siz açık hedef olacaksınız. Özellikle sen Elizabeth, daha dikkatli olmalısın.”

“Elimden geleni yapacağım anne, zaten birkaç gün sonra saraydan ayrılmam gerek. Abim askerlerin başına geçmemi emretti.”

“Ne yaptı? Sen neden savaş için hazırlık yapacaksın? Bu olmaz, Drew ile konuşacağım. Seni tehlikeye atamaz.”

“Böyle konuşma Nadia anne, halkımız tehlike altında. Asillere güvenemeyiz. İhanet söz konusu, bu yüzden görevi çoktan kabul ettim.”

“Baban buna izin vermez.”

“Babam anlayacaktır. Siz sadece kendinize dikkat edin. Yakında saray karışacak anne, özellikle iki prensesin hata yapmasından korkuyorum. Bana olan düşmanlıkları onları hataya düşürebilir. Onları gözlem altında tutmalısın anne.”

“Elimden geleni yaparım, sen dikkat et.” Nadia üzgün bir şekilde genç kıza bakarken Lizzy sessizce onları dinlemişti.

“Ablalarımı bana bırakın. Onlarla ben ilgilenirim.”

“Seni de hedef almalarına izin veremem. Sadece kraliçeye yaklaşmamalarını sağla yeter.”

“Anlamadım, neden?” Elizabeth gün içinde olanları ikisine anlatırken Nadia büyük kızının ne ara bu kadar kötü olmaya başladığını anlamaya çalışıyordu. Flora’yı ele almanın zamanı gelmişti.

“Babanla ben konuşacağım. Gerekirse iki prenses saraydan uzaklaştırılacak.”

“Bu daha tehlikeli olur. Dışarıda onları kullanmak isteyecek çok kişi var.” Nadia ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Başını sallarken Lizzy izin isteyerek odadan çıkmıştı. Elizabeth bir süre bekleyip kardeşinin gerçekten gittiğini anlayınca Nadia’nın elini tutarak hafif sıkmıştı.

“Sana bir haberim var Nadia anne?” kadın yutkunarak genç kıza bakmıştı.

“Nerede?” Elizabeth gülümseyerek kadına sarılmıştı.

“Güvenli bir yerde merak etme. Bana çok yardımcı oldu.”

“Hainlerin arasına katıldı Elizabeth.”

“Hayır, onlar sadece halkını korumaya çalışıyordu. Sakın bundan şüphe etme.”

“Ama…”

“Merak etme, şuanda krala belki de en sadık kişi onlar.” Nadia bir elini ağzına götürerek ağlamaya başlamıştı.

“Onu çok özledim. Evlendiğim günden beri ailemi görmedim.”

“Albert dayı da seni özledi. Seni korumak istediği için asilere katıldı ama doru yolu da buldu.”

“O nerede?”

“Sarayda ama şuanda onunla konuşmanızı sağlayamam. Önce babamla konuşmam gerek.” Nadia başını sallayarak onu onaylamıştı. O kadar heyecanlanmıştı ki ne söyleyeceğini bilememişti. İkili bir süre daha konuştuktan sonra Elizabeth odadan çıkarak sarayın koridorlarında ilerlerken kulağına yankılanan fısıltılar dikkatini çekti. Her bir fısıltıda dişleri daha da sıkılırken başını iki yana salladı.

“Hiç akıllanmayacaksınız!”

Genç kız ağır adımlarla seslerin sahiplerine yaklaşırken bedeni ürpermeye başladı. Başına giren ağrıyla duraksarken elleri iki yanında yumruk olarak duvara yaslandı. Bedeni algıladığı kokuyla titremeye başladığında birden havalandığını hissetmişti. Ne olduğunu kavrayacak durumda değildi. Gözleri ağır bir şekilde kapandığında nerede olduğunun farkında bile değildi. Kulaklarına yankılanan sözler dudaklarından sadece fısıltı şeklinde dökülmüştü.

“Baba!”

***

Umarım beğenmişsinizdir. Hikayenin gidişatı hakkında yorum yaparsanız sevinirim. Yorumlara cevap yazamasam da hepsini okuyorum. En kısa sürede cevap yazacağıma emin olabilirsiniz.

17.BÖLÜM <<<<<—–>>>>> 19.BÖLÜM

11271cookie-checkAsil Kan 18. Bölüm

18 yorum

  1. Çok güzel bi bölümdü drew üçüz babası olacak katren harika bi anne olacak elizabeth ile adrian a bayılıyorum

  2. Ama yazarım bu yapılmaz ki şimdi
    Prensese ne oldu
    Çok güzel bir bölümdü ellerine emeğine sağlık

  3. Prensese ne olacak? Zarar görmesin, Adrian yetişsin, hikaye oldukça heyecanlı ilerliyor, emeğine sağlık canım

  4. Bölüm harikaydi emeğine sağlık Yazarcigim ❤️ Katren harika bir anne olacak Drew de harika bir baba ❤️prenses’e ne oldu yaa iki kardeşin sesini duydu onlar mı bir şey yaptı acaba :/ bebeklerin üçüz olmasi umarım Katren’e bir şey olmasına sebep olmaz;( ayrıca Nadia’nin kardeşi ile karşılaşmasını sabırsızlıkla bekliyorum:)

  5. Gene çok güzel bir bölüm olmuş. Ellerine sağlık. Bir sonraki bölüm de en cok merak ettiğim şey kraliçe Katrenin üçüz bebeklerinde ne gibi bişey olacakta krallığı bu kadar etkileyecek ve tabi Adrian nin yanlış fikirlerden kurtulup asıl sevmesi gereken kişinin Elizabeth olmasını nasıl çözecek merakla bekliyorum.

  6. Bölüm çok güzeldi, gidişatı da tam ayarında. Her okuduğum yeni bölümde bir sonraki bölümü sabırsızlıkla bekliyor oluyorum. Bu durum heyecanlı olmakla birlikte acayip sinir bozucu oluyor. BEKLEMEK ÇOK ZOOOOORRRRR.

  7. Vay canına üçüz bebek! Birde üçünün de erkek olduğunu düşünsenize, ne kadar güzel olurdu. Ama bence iki erkek bir kız olsun. Katren’a şimdiden acıdım arkadaş acayıp zorlanacak. Bir yandan savaş bir yandan hamilelik.

  8. Çok güzel bir bölüm olmuş çoğul gebelik haberi güzel ama bir o kadar tehlikeli iki prenses ve ana kraliçe varken ama prenses Elizabeth noldu öyle

    1. Sıfırlayıcı neden lazım oluyormuş kısmen de olsa anladım. Onlar da olmasa halimiz yaş gerçekten.

  9. Bu aptal prensesler adamı çileden çıkarıyorlar arkadaş, onlar ölmedikçe bize rahat yok. Şu savaşta arada kaynasalar ya, ne güzel olurdu.

  10. Hamilelik haberi çok güzel ama umarım katren kötü son bulmaz .. prensese özelliklemi bir koku verdiler acaba .. hikaye çok güzel ilerliyor

  11. Kraliçenin hamile olması birde üçüz bebek beklemesi çok güzel ama Elizabeth e ne oldu ki Bursa kesilir mi ama yazarım ellerine emeğine yüreğine aklına sağlık çok güzel bir bölümdü

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir