Merhaba arkadaşlar. Bu gün biraz geç kaldım maalesef. Misafirler olduğu için bölümü yayınlayamadım. Keyifli okumalar!
**
Genç adam yanında ki arkadaşına bakarak derin bir iç çekti. Birkaç saat önce sınırı geçmişlerdi. Sandıklarından daha kolay olduğunu düşünen Adrian kaşlarını çatarak arkadaşına baktı.
“Sence de çok garip değil mi?” Kriss genç adama bakarak başını sallamıştı.
“Bence de çok garip, sınır savaş yapmaya hazırlanan bir ülke için çok sakin.” Adrian dikkatle etrafını izlerken gözlerini kapatarak ormanı dinlemeye başlamıştı. Her bir sesi beyninin içinde tartarken farklı bir hareketlilik algılamaya çalışıyordu. Gözleri aralandığında Kriss merakla ona bakıyordu.
“Etrafta bir şey var mı?”
“Etrafta hiç hareketlilik yok. Bu ülkede garip şeyler oluyor Kriss, dikkat etmeliyiz.” Adrian üzerinde ki harabe kıyafetin açıkta bıraktığı bedenine gözlerini gezdirirken rahatsız bir şekilde yerinde kıpırdanmıştı.
“Ne oldu?”
“Rahatsız edici bu kıyafetler.” Kriss genç adamın sözlerine hafif gülümseyerek bakmıştı.
“Bir süre idare etmelisin, dilenci kılığına girmeyi sen istedin.”
“Öyle ama bu kadar vasat bir dilenciyi de daha önce görmemiştim. Sen iyice abarttın işi. Daha yırtık kıyafet yok muydu?” Adrian’ın isyanı ile Kriss gülmesini bastırmıştı.
“Tamam biraz fazla oldu kabul ediyorum.” İkili ormanın derinliklerinde ilerlerken karşılarına çıkan ilk köye giriş yaptıklarında dikkatle etrafa bakındılar. Kendilerine dönen her bir bakışta acıma ve iğrenme gören genç adam arkadaşına bakarak ağır adımlarla ilerlediler.
“Kriss, dikkat et. Bu köyün sakin göründüğüne aldanma…” Kriss genç adamın uyarısına karşılık daha dikkatli etrafı incelemeye başlamıştı. Bir süre ilerledikten sonra konaklama hanının kapısına ulaştıklarında ikili yere oturarak etrafa bakınırken önüne serdikleri mendille dikkat çekmemeye çalışıyordu. Hanın kapısının açılması ile ikili çıkan kişiye bakarken Kriss gördüğü yüzle yutkunmadan edememişti.
“Kaybolun buradan, bunları buraya nasıl oturtuyorsunuz?” adamlar ikilinin koluna girerek Adrian ve Kriss’i oturdukları yerden kaldırırken Adrian oyununa devam ediyordu.
“Yapmayın, ekmek parası… Efendim yardım edin…” Adrian’ı savuran adamlardan biri genç adamın yere düşmesine neden olmuştu. Kalabalık grup onlara gülerek yanlarından ayrılırken perdelerin arkasından bakan korkmuş gözler iki gencinde dikkatinden kaçmamıştı.
“Komutanım, adamlarımızdan haber geldi, kral Edward…” Adam konuşmasına devam edecekken başları olduğunu tahmin ettiği adam askeri susturmuştu.
“Ulu orta konuşmasana, kellen gitsin mi istiyorsun?” Adrian dayısının adını duyunca kulaklarını açıp adamları dinlemeye başlamıştı. Kriss Adrian’a bakarak işaret ederken Adrian çoktan askerin gözlerinden vereceği haberi öğrenmişti.
“Gidelim buradan Kriss, hemen gitmemiz gerek.”
“Ne oldu?”
“Kral Edward savaş için buraya doğru ilerliyor. Ayrıca Kraliçe’yi de vatan haini ilan etmiş.”
“Anlamadım, nasıl olur?”
“Kraliçe saraydan kaçmış…” Kriss şaşkınlıkla Adrian’a bakarken farkında olmadan konuşmuştu.
“Kraliçenin geleceği yer burası olmalı. Sınıra yakın olan köy burası.”
“Bizi görmemeli, bizi görürse kim olduğumuzu anlayacaktır.” Kriss başını sallarken ormanın derinliklerinden gelen çığlıkla genç adam dişlerini sıkmıştı.
“Çok geç, çoktan geldiler…”
“Kim?” Kriss sözlerini sürdüremeden sarmaşık üzerinde kendilerine doğru uçan adamlara şaşkınlıkla bakmıştı.
“Prenses Felisa, ama nasıl?” Adrian bakışlarını kaçırarak ayağı aksayarak oradan uzaklaşırken görünmeyeceği bir yerden olanları izlemeye karar vermişti. Genç adam arkadaşının sözleri ile olduğu yerde kalırken şaşkınlıkla geri dönüp adamın yanında duran prensese bakmıştı.
“Onun burada ne işi var?”
“Bilmiyorum Kriss, inan hiçbir fikrim yok.” Adrian harabe bir evin arkasına geçerken Kriss’te hemen onun arkasına geçip grubu izlemeye başladı.
“Şimdi ne yapacağız? Kral Edward burada olduğumuzu öğrendiğinde çok kızacak.”
“Bir kere yola çıktık Kriss, amacıma ulaşmadan geri dönemem. Hadi gidelim buradan.”
“Prenses buradaysa kraliçe Barbara da burada olmalı. Bizi görürse hemen tanıyacaktır.” Adrian sıkıntıyla nefesini dışa verirken arkasını dönüp hızla oradan uzaklaşmaya başlamıştı. Annesiyle kaçtığı topraklara geri dönmüştü. Üzgün bir şekilde etrafında ki insanları izlerken ilk kez ne yapacağına tam olarak karar vermişti.
Bu insanların adil bir şekilde yaşamaları için her şeyi yapacaktı.
****
Kral Edward aldığı haberle hızla kraliçenin bölümüne doğru ilerlemişti. Tüm tedbirlere rağmen nasıl olup da kaçtığını düşünmeden edemiyordu. Tüm hizmetlileri odanın dışına toplayan adam öfkeyle konuşmuştu.
“Odayı bekleyen askerler nerede?” Askerle kralın hışmından korksa da öne doğru bir adım atarak kendilerini belli etmişti.
“Siz kapıdayken nasıl olurda kraliçe odadan çıkabilir?”
“Kralım, kraliçenin kapıdan çıktığını düşünmüyoruz. Biz kapıdan hiç ayrılmadık.”
“Siz ayrılmadıysanız bana bu kadar yüksek olan pencereden kaçtığını mı söylemeye çalışıyorsunuz?”
“Affedin kralım, kraliçenin nasıl kaçtığını bilmiyoruz.” Adamlar korkuyla başını aşağı eğerken diğer hizmetlilere dönerek “Siz bir şey görmediniz mi?” dedi. Hizmetliler korkudan titrerken Edward onlara tek tek bakarak sesini yükseltmişti.
“Kralım, bizi odasına almazdı. Kendi hizmetlisinden başka biz kraliçeyi hapsedildiğinden beri görmedik.” Kral kaşlarını çatarak hizmetlilere bakmıştı.
“Hiç kimse bir şey bilmiyor öyle mi? kraliçe kuş olup uçmadı ya!” Edward’ın öfkesine karşılık yanlarına gelen prensesi gören Edward kaşlarını iyice çatmıştı.
“Flora, neden buradasın?”
“Kralım, sizinle önemli bir konuda konuşmam gerekiyor.” Edward kızının bakışlarını kaçırması ile herkese dağılmasını söylemişti. Askerlere kraliçeyi bulması için ülkenin dört bir yanına haber salmasını söylerken Flora ile kraliçenin odasına girmişti. Flora odaya girer girmez pencereye doğru ilerlerken aklına gelen düşüncenin doğru olmaması için dua ederken duvarda gördüğü izle gözlerini kapatmıştı.
“Çalışanların bir suçu yok babacım, kraliçe pencereden çıkmış.”
“Sen ne dediğinin farkında mısın Flora, bu kadar yüksekten kraliçenin çıkmasına olanak yok.”
“Eğer biri yardım ettiyse çıkabilir.”
“Kim?” Edward’ın sesi öfkeyle çıkarken Flora gözlerini kapayarak “Felisa,” dediğinde babasından bir tepki beklemiş ama geciken tepki ile gözlerini araladığında Edward’ın kararan bakışları ile karşılaşmıştı.
“Sen ne dediğinin farkında mısın?”
“Annesi saraydan gönderildiğinden beri Felisa çok değişti baba, herkesi düşman olarak görüyor.”
“Bu babasına ihanet edeceği anlamına gelmiyor Flora.” Flora başını iki yana sallayarak duvardaki izleri göstermişti.
“Bunlar sarmaşık izleri baba, bu izleri bu sarayda sadece iki kişi yapabilir. Ben olmadığıma göre geriye sadece Felisa kalıyor.” Edward duvardaki izlere bakarken kızının sözlerinin doğru olmamasını diliyordu. Hızla odadan çıkarak prenses Felisa’nın odasına doğru ilerlerken kızının odasında olması için dua etmekten başka bir şey gelmemişti elinden. Arkasından gelen saray görevlileri ve Flora ile prenses Felisa’nın odasına sert bir giriş yaptığında odanın boğucu karanlığı onları karşılamıştı.
“Dikkat et babacım,” Flora babasının üzerine doğru gelen zehirli çiçek dikenlerini eliyle savuştururken babasına siper olmuştu.
“Flora?”
“Ben iyiyim, odada tuzaklar var baba, hemen dışarı çıkın,” Flora odadakileri dışarıya çıkarırken kendisi gözlerini odanın içinde dolaştırıyordu. Karanlık odanın perdelerini açmak için elinin içinden uzanan dalı kullanırken aydınlanan odadaki tuzakları fark ettiğinde şaşkına dönmüştü.
“Flora buraya gel prensesim,” Edward endişe ile kızına açık kapının dışından bakarken Flora babasının sesindeki endişeye gülümsemişti.
“Bununla baş edebilirim, merak etmeyin kralım.” Edward odanın aydınlanması ile Flora’nın çevresini sarar kirpi okları gibi zehirli oklara korkuyla bakmıştı.
“Flora dışarı gelmelisin.” Prenses babasının korkusunu hissettikçe geriliyordu. Ağır bir şekilde kapıyı kapattığında Edward kapıyı açmak istemiş ama Flora kapının çevresini dikenli sarmaşık ile sarmıştı.
“Flora aç şu kapıyı!” Kralın yüksek çıkan sesi ile hizmetliler kaçışırken seslere gelen Nadia, Elizabeth ve Sander ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
“Kralım, neler oluyor?” Elizabeth babasının gözlerinde ilk kez korkuyu görmüştü.
“Felisa’ya bir şey mi oldu?” Nadia prenses Felisa’nın odasının kapısında oldukları için aklına ilk olarak Felisa gelmişti.
“Kraliçeyi Felisa kaçırdı. Odasını da tuzaklarla doldurmuş.” Elizabeth yutkunarak babasına bakarken korkuyla “İçeride kim var baba?” dediğinde Edward Nadia’dan bakışlarını kaçırarak “Flora tuzakları bozmak için içerde,” dediğinde Nadia korkuyla kapıya bakmıştı. Elizabeth öne atılırken Sander prensesin önüne geçerek onu durdurmuştu.
“Bu sizin halledebileceğiniz bir konu değil prenses, sakin olun.”
“Çekil önümden Sander, içerdeki benim kardeşim.”
“Öyle bile olsa prenses Flora’ya güvenmek zorundasınız.”
“Çekil dedim sana!” Sander geri çekilmezken odanın içinden gelen seslerle hepsinin bakışları kapıya yönelmişti.
“Flora aç şu kapıyı!” Edward’ın seslenmesi ile Elizabeth Sander’i geri iterek hızla kapının önüne gelmişti. babası ile Nadia’nın geri çekilmesini sağlayarak kapıyı sert bir gürültüyle yerinden sökerken Sander şaşkınlıkla Elizabeth’in zorlanmadan koca kapıyı kenara fırlatmasına bakmıştı. Elizabeth odaya kapasını çevirdiğinde köşe dibinde nefes nefese kalan ablasını görünce ona doğru hedef olan okları elini savurmasıyla geldikleri yöne duvara saplamıştı.
“Flora,” Elizabeth genç kıza doğru koşarken Flora korkuyla kızın arkasına bakmıştı. Daha önce görmediği büyükçe bir mızrağın Elizabeth’e doğru geldiğini görünce gücünün son kalıntısını da kullanarak Elizabeth’in ardında kalınca bir set oluşturmuştu. Mızrak Flora’nın kalın setine saplanırken Elizabeth arkasını döndüğünde mızrak ucu ile burun buruna gelmişti. Oda eski sakinliğine dönerken Flora yorgunluğa dayanamayarak dizlerinin üzerine yere çöktü.
“Flora, yaralandın mı?” Elizabeth hızla ablasının yanına çökerken Flora güçlükle genç kıza bakarak “Senin bu odada ne işin var?” diye sormuştu. Nefes nefese kalan prenses Elizabeth’in güvende olduğunu görünce gözlerini kapatarak başını kardeşinin göğsüne yaslayıp derin bir uykuya dalmıştı.
“Flora, kendine gel abla!” Elizabeth’in sesiyle kendine gelen Edward hızla iki prensesin yanına giderken baygın olan kızını görünce endişeyle onu kucağına alıp “Almira’ya haber verin,” diye bağırmıştı.
“Prenses, kendinize gelin.” Nadia bir yandan kızının saçını okşarken diğer yandan Edward ile hızla kendi odasına doğru ilerliyordu.
“Prenses Elizabeth, siz nasılsınız? Yara aldınız mı?” Sander hala yerde duran prensesin yanına giderek onu kendine getirmişti.
“Ben iyiyim,” prenses odanın haline bakarken her yerde zehirli oklar olduğunu görünce gözlerini kapatmıştı.
“Felisa’nın gözünün bu kadar döndüğüne inanamıyorum,” diye kendi kendine söylenirken Sander ona yardımcı olarak odadan çıkmasını sağlamıştı.
“Arkadaşından bir haber var mı?” Sander prensesin kimi sorduğunu anladığında başını iki yana sallayarak cevap vermişti.
“Prens Adrian’ın bu kadar aptal olduğunu hiç düşünmemiştim. Yaptığı sorumsuzluğun sonuçlarına katlanacak.”
“Bunun için üzgünüm. Adrian sadece masum insanların ölmesini istemediği için gitti.”
“O insanları düşünseydi babama planından bahsederdi. Ölü bir prens kimseye fayda etmez.”
“Adrian ölmeyecek!” Sander’in çıkışı ile Elizabeth gülümsemişti.
“Ölmezse iyi olur…”Elizabeth’in sözleri ile gülümseyen Sander prensesin sert bakışlarını görünce susmak zorunda kalmıştı.
“Haber alır almaz bana bildireceksin.” Genç adamın yanından hızla geçerek oradan uzaklaşmıştı.
Edward kızını yatağın üzerine yatırması ile Almira odaya giriş yapmıştı. Edward kardeşine dönerek kızına bakmasını isterken Almira şaşkınlıkla yatakta yatan Flora’ya baktı.
“Neler oluyor abi, prenseslerin sorunu ne?” Almira’nın söylenmesinden ziyade Edward öfkesine hakim olmaya çalışıyordu.
“Ronald, saray yetkililerini topla, acil toplantı yapılacak.” Ronald kralın sözleri ile hızla odadan ayrılmıştı. Edward kızının bir yarası olmadığını yorgun düştüğü için bayıldığını öğrenince rahat bir nefes almıştı. Almira prensesin yanından ayrılırken aklında oğlu vardı. Hala Adrian’dan bir haber alamamıştı. Prenses Elizabeth’i kontrol etmek için onun yanına doğru giderken koridorda karşılaştığı kocasına kısa bir bakış atmıştı.
“Neyin var prenses, neden bu kadar düşüncelisin?”
“Adrian’dan hala bir haber alamadım Ronald, ne yapacağımı bilmiyorum.”
“Endişelenme bu kadar. Adrian çocuk değil artık. Kendi başının çaresine bakabilir.”
“Sen Alexis’in ne kadar ileri gidebileceğini bilmiyorsun Ronald, oğlumu tanırsa ona acımayacaktır.”
“Sana korkma diyemem elbet evladını düşünüyorsun. Ama bilmelisin ki Adrian tahmin ettiğinden daha güçlü bir çocuk.”
“Ah Ronald ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Keşke normal bir insan olarak doğsaydık.” Almira’nın dolan gözlerini fark eden adam karısını kollarının arasına çekerek sıkıca sarılmıştı.
“Sakin ol hayatım. Kendini bırakmamalısın. Adrian iyi olacak merak etme.”
“İyi olmak zorunda, bunca yıl oğlumdan ayrı yaşadım.” Almira ağlamaya başladığında Ronald ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Kralım beklediği aklına gelince karısını yönlendirerek onu Elizabeth’in odasına götürmüştü. Şuanda iki kadının birbirine destek olabileceğinden başka aklına bir şey gelmemişti.
“Hala?” Elizabeth odasının kapısının açılması ile hızla arkasını dönmüştü. Ronald’ın kollarında ağlayan kadını görünce hızla ona doğru ilerlemişti.
“Ona ne oldu Ronald amca, neden ağlıyor.”
“Elizabeth, karımı sana emanet ediyorum. Kral toplanmamızı emretti benim gitmem gerek.”
“Sen gidebilirsin Ronald, biz iyi olacağız.” Almita’nın araya girmesi ile Ronald hızla odadan ayrılmıştı.
“Neler oluyor hala?” Almira genç kıza sarılarak ağlamasına devam ederken Elizabeth kadına zarar vermekten korktuğu için ona sarılamıyordu bile.
“Adrian’dan hala bir haber gelmedi Elizabeth, korkuyorum.”
“Merak etme oğlun iyi!”
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Elizabeth?”
“Eminim çünkü hissederdim, şuanda tüm algılarım açık prenses!” Elizabeth son sözlerini alaycı bir şekilde söylerken Almira onun neden bahsettiğini anladığında gülümsemişti.
“Hissedersin değil mi? o seni nasıl hissettiyse sende onu hissedersin.” Elizabeth kaşlarını çatarak karşısında ki kadına bakmıştı.
“Beni hissetti mi, nasıl?” Almira kızın şaşkın bakışları karşısında gülmüştü.
“Geceleri buzun içinde yatıyorsun değil mi? o zaman Adrian sıtmaya tutulmuş gibi titrerdi. Bazen de çok ısınırdı. Bir orta yolun yoktu Elizabeth…”
“Ama nasıl? Ben hiç bir şey hissetmedim ama…” Almira derin bir iç çekerek genç kıza baktı.
“Çünkü buna engel oluyordu.”
“Nasıl?”
“Senin aksine Adrian bir eşi olduğunu bilerek büyüdü. Sadece kim olduğunu bilmiyordu. Eşinin acı çekmemesi için güçlerini kullanarak acısını bastırıyordu.” Elizabeth şaşkınlıkla halasına bakarken ne söyleyeceğini bilememişti.
“Bana neden söylemediler? Adrian bilirken ben neden habersizdim.”
“Bunu babana soracaksın Elizabeth, Edward’ın bir bildiği olduğuna eminim.”
“Ya Adrian ile evlenmezsem ne olacak?” Almira genç kızın sorusu ile bakışlarını kaçırmıştı. Halasının değişen ifadesi ile Elizabeth daha da meraklanarak ona sorarcasına baktı.
“Prenses Almira, lütfen bunu bilmeye hakkım var.”
“Siz ayrılamazsınız Elizabeth, eşin dışında biriyle evlenirsen hem eşin hem de sen zor zamanlar geçirişiniz.”
“Lafı uzatma hala, ne söyleyeceksen söyle.”
“Evlendiğin kişi ölür, sende güçlerini kaybedebilirsin.” Elizabeth prensesin ciddi olup olmadığını anlamak için ona dikkatle bakıyordu.
“Sen ciddisin… Bu sadece benim için mi geçerli?”
“Hayır, Adrian içinde geçerli. Senden başkası ile evlenemez.”
“Ya hiç evlenmek istemezsem, o zaman ne olacak?” Almira gülerek kıza bakmıştı.
“Oğlumla evlenmek bu kadar kötü mü prenses?” Elizabeth ne söyleyeceğini bilememişti.
“Oğlunu hiç tanımıyorum hala, neden onunla evlenmek zorunda olduğumu da bilmiyorum. Kaldı ki evlendik o zaman ne olacak? Adrian düşman kralın kanından.”
“Unutma Elizabeth, Adrian senin kanından da geliyor. Kanında ki gücü tahmin bile edemezsin. İki ülkenin Asil Kanını taşıyor ve sizin birleşmeniz yeni bir ülkenin temelini atabilir.” Elizabeth prensesin sözleri ile düşünmeye başlamıştı. Halası oldukça mantıklı konuşuyordu. Sıkıntıyla iç çekerek gelecekte olacaklar için şimdiden endişe etmenin saçma olduğunu düşünerek hafif gülümsemişti.
“Bunu o zaman düşünürüz. Şimdi daha önemli işlerimiz var.” Elizabeth Almira’yı da yanına alarak kraliçe Katren’i ziyaret etmek istemişti.
***
Edward tahtta oturarak iki tarafta dizili olan saray yetkililerine dikkatle bakıyordu. Tedirgin olan yetkililere alaycı bir şekilde bakarak konuşmuştu.
“Neden bu kadar korkmuş görünüyorsunuz?”
“Kralım, savaş pozisyonundayız şuanda, tedirginliğimiz bu yüzdendir.”
“Ne olmuş, korkuyor musunuz yoksa?”
“Kralım, yıllardır savaş yüzü görmeyen bir ordumuz var, bu yüzden endişeli olmamız çok doğal.” Edward elini tahttın kenarına sert bir şekilde vurarak ayağa kalkmıştı.
“Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Siz bu şekilde davranırsanız asker ne yapsın?”
“Kralım,”
“Kesin sesinizi, buraya sizi savaş yüzünden toplamadım. Kraliçe Barbara saraydan kaçtı. Ona yardım eden kişi de prenses Felisa’dır. İkisi de bulundukları yerde tutuklanacaktır. Ayrıca Kraliçe Barbara ihanetten yargılanacaktır. Bu yüzden Barbara’nın kraliçelik unvanı elinden alınmıştır. Yeni kraliçe görevine gelene kadar makamın tüm yetkileri prenses Elizabeth’e verilmiştir.”
“Ama kralım nasıl olur?”
“Sözlerim bitmedi, ayrıca prenses Felisa da ihanetten yargılanacak. Ülkesine yaptığı ihanet yüzünden aile mirasından ve prenseslik unvanından azledilmiştir. Görüldüğü yerde cezası verilecektir.” Edward’ın sözleri ile herkes şaşkına dönmüştü. Kraliçe Barbara için verilen kararın acımasız olduğunu düşünenler olsa da sesini çıkaramayanlar, kızı için bu kadar katı bir karar verdiğini düşünenler sçze girmek istemişti.
“Kralım prenses sizin soyunuzdan onu nasıl bu şekilde cezalandırabilirsiniz.”
“Kim olduğu umurumda değil, kızım dahi olsa ülkesine ihanet eden cezasını çeker.” Edward içi yana yana konuşurken bakışlarını kaçırarak oğlu Drew’e bakmıştı.
“Kralım?”
“Seni de uyarıyorum Drew, sakın Felisa’yı korumaya çalışma. İlerde ülkesini bir felakete sürüyebilecek bir prensesin ailemizde yeri yoktur. Bu şekilde tüm ülkeye duyurun. Kraliçe Barbara az edilip hainlikten aranıyor. Aynı şekilde prenses Felisa da…” Askerler kralım emrini ülkenin dört bir tarafına yaymak için saray dışına çıkarken haberi alanlar şaşkınlıkla olacakları beklemeye başlamıştı. Kraliçenin ihanetine kimse şaşırmazken prenses Felisa’nın ihaneti herkesi şok etmişti. Öyle ki üst tabakadan gelen annesi ve ailesi bu ihaneti kabul etmeyerek saraya kadar yürüme kararı almışlardı.
***
“Cariye Nadia, efendim?” Nadia nefes nefese kendisine doğru koşturan yardımcısına endişeyle bakarken kadının duraksaması ile ona bakmıştı.
“Neden bu kadar koşuyorsun? Birine bir şey mi oldu?”
“efendim, haberleri duydunuz mu? Kral kraliçe Barbara’yı unvanından azletti. Yeni kraliçe göreve gelene kadar makamın yetkileri prenses Elizabeth’e verildi.”
“Yeni kraliçe mi?” Nadia yutkunarak yardımcısına bakarken Edward’ın yeniden evleneceğini düşündüğünde kalbinin acıdığını hissetmişti. Barbara’nın ihaneti elbette bu şekilde bir sonuç doğuracaktı. Yeni bir kraliçe ile anlaşıp anlaşamayacağı ise şimdiden Nadia’yı germeye yetmişti.
“Bunu nereden duydun?”
“Kral Edward her yere bildiri astırmış. Prenses Felisa ve Barbara ihanetten aranıyor.” Nadia üzgün bir şekilde yatakta yatan kızına bakmıştı. Flora hala kendisine gelmemişti.
“Sen burada kal, prenses uyandığında bana haber edersin.” Nadia yardımcısını odada bırakarak hızla Elizabet’i bulmak için oradan ayrılmıştı. Elizabeth’in üzerinde ki sorumluluk oldukça büyüktü. Üstelik hasta haliyle bu işlerle uğraşması onun için oldukça tehlikeliydi. Ona yardım etmek için elinden geleni yapacaktı.
“Sen oradaki, Prenses Elizabeth nerede?” Nadia yanından geçen hizmetlilerden birini durdurarak prensesi sordu.
“Prenses Almira ile kraliçe Katren’i görmeye gitti,” dediğinde adımlarını hızlandırarak Katren’in odasına doğru ilerledi. Odanın içinden gelen gülme sesleri ile duraksayan genç kadın içeriye geldiği bildirilerek odaya girmişti. Elizabeth Nadia’yı görünce hızla ayağa kalkarak kadının yanına ulaşmıştı.
“Nadia anne, ne oldu neden yüzün bu kadar solgun?”
“Ben iyiyim, asıl siz ne yapıyorsunuz. Neşeniz dışarıya kadar taşmış durumda.”
“Nadia anne, bebeklerle ilgili konuşuyorduk,” Katren’in de Elizabeth gibi kadına anne demesi kadının içini ısıtmıştı.
“Ah güzel kızım, iyi olmanıza sevindim.” Nadia Katren’e yaklaşarak saçını okşamıştı. Katren kadının şefkatine hayran bir şekilde ona bakarken Nadia prenses Almira’yı görünce hafif gülümsedi.
“Siz nasıl oldunuz prenses Almira, oğlunuzdan bir haber var mı?” Almira gelen soruyla yüzünü asmıştı. Başını iki yana sallarken Nadia kadını üzdüğünü düşünerek başını eğmişti.
“Çok özür dilerim, sizi üzmek istememiştim. Sadece merak ettiğim için sormuştum.”
“Beni üzmediniz cariye, iyi niyetinizi anlayabiliyorum. Teşekkür ederim henüz bir haber yok.”
“Ahmak ne olacak!” Elizabeth’in sessiz mırıltısını anlayan Nadia ona onaylamaz bir şekilde bakmıştı.
“Çok ayıp Elizabeth bu şekilde konuşmamalısın.”
“Ama öyle anne, böyle bir zamanda bu kadar sorumsuz davranması beni sinirlendiriyor.”
“Sakin olman gerekiyor Elizabeth, bu şekilde kimseye faydan olmaz. Üstelik şimdi sorumluluğun artmışken.” Elizabeth kadına anlamaz bir şekilde bakarken Nadia prensesin son olanlardan henüz haberi olmadığını anlamıştı.
“Ne sorumluluğu Nadia anne?”
“Baban sana söyleyecektir. Şimdi düşünmemiz gereken şey Kraliçe Barbara’nın nereye gittiği.”
“Nereye olacak Kral Alexis’in yanına gidecektir. Ne de olsa iki şeytan kuzenler.”
“Alexis…” Elizabeth hızla iki kadına bakarken yutkunarak “Annem Adrian’ı tanıyordu,” dedi. Almira endişeyle genç kıza bakarken Nadia kadının elini tutarak onu sakinleştirmeye çalışmıştı.
“Endişelenme, Adrian başının çaresine bakacak kadar aklı başında biri.”
“Nasıl endişelenmeyeyim, Barbara beni sevmedi. Sırf bu yüzden oğlumu hedef alacaktır.” Elizabeth düşünceli bir şekilde dalgınlaşırken Katren ortamın gerginliğini gidermek için araya girmişti.
“Biraz sakin olmalısınız. Kral Edward yeğenine bir şey olmasına izin vermeyecektir. Eminim bir planı vardır.” Almira can simidi gibi Katren’in sözlerine tutunmuştu.
“Vardır değil mi? Oğlumu korur abim. Ona bir şey olmasına izin vermez.” Katren kadına üzülse de bir şey belli etmemeye çalışarak başını sallamıştı.
Elizabeth iki kadının konuşmasını dinlerken aklı hala Nadia’nın bahsettiği konuya takılmıştı. Babası ile konuşmak için beklemeyi düşünen prenses hizmetlinin odaya girip Edward’ın Almira ve kendisini beklediğini duyunca hızla babasının yanına doğru ilerledi. Almira ile taht odasına girdiklerinde Drew ve Ronald’ta oradaydı.
“Babacım, bizi çağırmışsın.” Edward kızına üzgün bir şekilde bakarak derin bir iç çekti. Ne kadar iyi anlaşamasalar da Kraliçe Barbara onun annesiydi. Gözlerine bakmaya çekinerek konuya direk girmişti.
“Kraliçe Barbara’yı azlettim. Artık bu ülkenin kraliçesi değil.” Elizabeth başını sallarken babasının konuşmakta zorlandığını anlamıştı.
“Bu beklenilen bir şeydi, sizi asıl sıkanın ne olduğunu öğrenebilir miyim kralım?”
“Her zaman öngörülü bir evlat oldun Elizabeth. Ne kadar kötü de olsa kraliçe seni doğuran kadındı. Bu yüzden kendini kötü hissetmeni istemiyorum.”
“Kraliçe Barbara beni sadece doğurdu baba, bana annelik yapmadı. Biliyorsun ki beni hiçbir zaman istemedi. Benim annem Nadia’dır. Beni düşünerek üzülmeni istemiyorum. Gereği neyse onu yapın.” Edward ister istemez kızına üzülüyordu.
“Prenses Felisa’da ihanetten aranıyor.” Elizabeth babasının sözleri ile irkilmişti. Kavga etseler de Felisa onun ablasıydı. Babasının üzüntüsünü içinde hissetmişti. “Kraliçelik makamı dolana kadar kraliçenin tüm görevlerini sana veriyorum. Bundan sonra saray kadınlarından sen sorumlusun Elizabeth,” dediğinde Elizabeth şaşkınlıkla babasına bakmıştı.
“Neden ben, halam burada… Hem Nadia annem de var.”
“Ben bu görevi alamam Elizabeth, şuanda bu görevi geleneklerimize göre iki kişi alabilir. Sen ve Flora,” dediğinde Elizabeth’in yüzü asılmıştı.
“O zaman ablama verin ben neden alıyorum?” Edward kızının isyanına ister istemez gülmüştü.
“Bu söz konusu bile olamaz Elizabeth, Flora kadınları idare etmek için oldukça zayıf. Yeni kraliçe seçilene kadar sen bu göreve getirildin.”
“Yeni kraliçe mi?” Elizabeth’in yüzü asılmıştı. Yeni bir kraliçe demek saraya yeni bir kadının geleceği anlamına geliyordu. Bu durudan hiç hoşlanmamıştı. Aklına Nadia annesi gelince onun için üzülmüştü. Son zamanlarda babası ile Nadia annesinin birbirine ne kadar düşkün olduklarını görünce mutlu olmuştu. Şimdi yeni bir kadın onların arasını açabilirdi.
“Buna gerek var mıydı baba? Yani Drew tahtta geçince zaten kraliçelik makamı dolacaktı. Yeni bir kraliçeye gerek var mıydı?”
“Bu konu tartışmaya kapalı, yakında yeni bir kraliçe seçeceğim. Öncelikle Alexis’in hakkında gelelim sonra taç giyme törenini yaparız.” Elizabeth’in yüzü asılmıştı. Bakışları Drew’e takıldığında onunda bu durumdan hoşlanmadığını anlamıştı.
“Flora nasıl oldu?” Almira’ya dönen Edward kardeşinin gözlerini kızarık olduğunu görünce kaşlarını çatarak “Sen ağladın mı?” diye sordu.
“Önemli bir şey değil abi…”
“Nasıl önemli değil, gözlerinin içi kıpkırmızı. Ne oldu?”
“Sorumsuz oğlunu düşündü babacım. Kraliçe Alexis’e sığındıysa Adrian’ı tanıyabileceğini konuşuyorduk.”
“Adrian şuanda iyi durumda merak etmeyin. Adamlarımız onu takip ediyor.” Elizabeth babasına şaşkınlıkla bakarken Almira heyecanla abisinin eline sarılmıştı.
“Onun peşine adam mı taktın?”
“Almira, ben ne zaman ailemi koruma altına almadım. Şu zamana kadar beni atlatabilen tek kişi sendin. Oğlun senin zekana erişememiş.” Almira mahcup bir şekilde bakışlarını kaçırırken Edward kardeşini rahatlatmak için kadının omzunu sıvazlamıştı.
“Merak etme, Adrian iyi ve şimdilik güvende. Saraya yaklaşmadığı sürece onu kimse tanıyamaz.”
“Ya kraliçe Barbara onu görürse?”
“Bu mümkün, o zaman da yeğenimi onların eline bırakmayacağım. Hazırlıklarımız tamamlandı, birkaç gün içinde saldırıya geçeceğiz.”
“Abi, savaşa girmekte kararlı mısın?” Edward kardeşinin sorusuna kaşlarını çatmıştı.
“Yıllardır savaşmadığımız için askerlerimin köreldiğini düşünen düşmanlarıma yanıldıklarını göstermem gerekiyor. Kimse beni ve ailemi tehdit edemez. Bundan sonra halkımın güven içinde olabilmesi için Alexis’in ölmesi gerekiyor.”
“Bunu masumlar ölmeden halledemez misiniz?”
“Almira, bu konunun dışında kalmanı istiyorum. Senden tek istediğim Katren ve bebeklerine dikkat etmen. Bu savaş onun ve bebeklerin güvenliği için çok önemli.” Almira abisinin kararlı olduğunu görünce susmak zorunda kalmıştı. Ronald son hazırlıkları tamamlamak için yanlarından ayrılırken Almira da kocasının peşinden salondan ayrılmıştı.
“Neden yüzünüz asıldı?” Elizabeth babasının sorusu ile Edward’a bakmıştı.
“Bende savaşa katılmak istiyorum. Neden kraliçenin görevlerini bana verdin ki?”
“Elizabeth, bu halde savaşa gelemezsin. Güçlerini tam olarak kontrol edemiyorsun.” Elizabeth babasına hak verse de böyle önemli bir savaşta babasının yanında savaşmak istiyordu.
“Elimden geldiğince görevimi yerine getireceğim. Yeni kraliçeniz geldiğinde ona iş kalmayacak.” Elizabeth’in imalı sözleri Edward’ı güldürmüştü.
“Bu konuya neden bu kadar takıldın Elizabeth? Yeni kraliçe gelmesi sizi neden bu kadar rahatsız etti?” Drew babasından bakışlarını kaçırırken sessiz kalmayı tercih ederken Elizabeth yüzünü asarak babasına cevap vermişti.
“Kendinize kraliçe seçmeniz elbette hakkınızdır. Hatta yeni eşte seçebilirsiniz. Bir ailemize yeni katılacak birini nasıl kabul edeceğimizi düşünüyorduk.”
“Merak etmeyin, muhakkak sizin seveceğiniz biri olacaktır kraliçe.” Elizabeth ağzının içinden homurdanarak izin isteyip kapıya dönmüştü.
“Nereye Elizabeth?”
“Verdiğiniz görevi yerine getirmeye kralım, malum kraliçelik görevlerim var.” Edward kızının ardından gülerken Drew babasına dalgın bir şekilde bakıyordu.
“Sen ne düşünüyorsun?”
“Annemi…” Genç adam dalgın bir şekilde cevap verdiğinde Edward gözlerini kısarak oğluna bakmıştı.
“Annenin bu konuyla ne alakası var?”
“Kraliçe Barbara saraya geldiğinden beri alt tabakadan geldiği için annemi aşağılayıp durmuştu. Umarım yeni kraliçeniz anneme onun gibi davranmaz.” Edward oğlunun sözleri karşısında gerilmişti. Barbara’nın bunca yıl çektiğini göremediği için kendisine kızarken bundan sonra ki hayatında rahat etmesi için elinden geleni yapacaktı. Savaştan sonra Nadia ile ciddi bir konuşma yapacaktı.
“Merak etme, anneni kimse ezemez bundan sonra.”
“Umarım dediğiniz gibi olur kralım. İzninizle Katren’e bakmam gerekiyor.” Drew selam verip salondan ayrılırken Edward üzgün bir şekilde oğlunun arkasından bakmıştı. Bir süre kendi kendini dinlerken camına konan güvercin ile bakışları haberci kuşuna dönmüştü. Güvercinin ayağında ki kağıdı aldığında gerilmişti. Haber kağıdı kırmızı damgalanmıştı. Bu da acil bir olay olduğunu belli ediyordu.
“Prens Adrian kral Alexis’in elinde!”
***
Bakalım ne olur bir sonraki bölümde. Yorum ve beğeni yapmayı unutmayın. En güzele emanetsiniz!
25.BÖLÜM <<<<<<—–>>>>>> 27.BÖLÜM
Çok ama çok hareketli bir bölümdü yazarım, harika bir bölümdü ellerine, emeğine sağlık.
Tam da kraliçeden beklenen şey, şaşırdık mı?!! Tabi ki şaşırmadık.
Elizabeth çok haklı Adrien tam bir aptal, yaptığı şey çok aptalca. Buna da şaşırmadık tabiki.
Felsa’nın yaptığına şaşırdım ama beklenen bir şeydi. O da pek yanıltmadı bizi.
Geldim asıl meseleye, ‘YENİ KRALİÇE’. Bence birçok kuralı değiştiren sevgili kralımız Edward bu konuda da bir değişiklik yapıp alt tabakadan olan birisini KRALİÇE yapabilir. ”Umutlarım bu yönde.”
Bence, sevgili kralımız yine farklılığını konuşturup Cariye Nadia’yı YENİ KRALİÇESİ yapabilir.
Kral Alexis’in Adrien karşısında pek şansı olamaz diye düşünüyorum. Eğer onda da özel güçler falan yoksa Adrien’i yenmesi imkansız gibi birşey olur.
Çok güzel bi bölümdü nadia olsa kraliçe ona çok yakışır ama alt tabaka diye olamaz sanırım bölüm çok iyiydi bakalım haftaya bizi neler bekliyor
Şimdiden aklımda kırk tilki dönüyör, sonraki bölüm gelene kadar çatlamasam bari.
Yani şaşırmadık tam kraliçeden beklenen hareket
Ellerine emeğine sağlık çok güzeldi
Bakalım haftaya bizi neler bekliyor
Bölüm harikaydi emeğine sağlık Yazarcigim ❤️ . Sonunda kraliçe ve Felisa layigini bulacak . Yeni kraliçe umarim Nadia olur yeniden evlenmez kral ;(( . Adrian nasıl yakalanmış ya peşinde kralın adamı vardı onu geçtim sallanıyordu o kilikla nasıl yakalanmis . Nadia’ya çok üzülüyorum ya hak ettiğini görememiş bir turlu artık görür umarim