Asil Kan 30. Bölüm

Umarım bölümü beğenirsiniz. İkilinin karşılaşmasını yazmak için sabırsızlanıyordum…

****

Genç kız kan ter içinde çığlıkla uyanırken çadırın önünde ki askerler hızla içeriye dalmıştı. Son birkaç gündür gördüğü kabuslar yüzünden doğru düzgün uyuyamıyordu.

“Prenses, iyi misiniz?” Askerlerin başı çadırın içini kontrol ederken prensese göz değdirmemek için elinden geleni yapıyordu.

“İyiyim asker, çıkabilirsiniz.” Prensesin soluk soluğa cevabı askerleri tatmin etmese de ellerinden bir şey gelmezdi. Kızının çadırından çıkan askerleri gören Edward hızlı adımlarla prensesin çadırına yürürken kralı gören askerler hazır ola durarak onu selamlamıştı.

“Ne oldu?”

“Prensesin çığlığını duyunca içeri girdik ama prenses iyi durumda.” Edward aldığı cevapla hızla çadıra girerken Elizabeth tastaki su ile elini yüzünü yıkıyordu.

“Elizabeth?”

“Gel baba, bir haber var mı?” Edward kızının solgun yüzü karşısında üzülmüştü.

“Neler oluyor Elizabeth, yine uyuyamadın mı?”

“Ben iyiyim baba, sadece birkaç gündür bazı rüyalar görüyorum. Yakında geçecektir.”

“Emin misin?” Edward’ın şüpheci bakışları karşısında genç kız hafif gülümsemişti.

“Bir haber var mı baba? Daha ne kadar burada bekleyeceğiz. Askerlerin morali çok bozuldu.”

“Endişelenme, eğer başarabilirsek askerler kolunu bile sallamadan evlerine dönecekler.” Elizabeth babasının planını merak etse de bir şey söylememişti.

“Harekete ne zaman geçeceğiz?”

“İki gün sonra hazırlıklı ol Elizabeth, Alexis iyice köşeye sıkıştı. Bu savaş sonunda elinde hiç bir şey kalmayacak.”

“Ne planlıyorsun baba, neden bu kadar uzun sürdü anlayamıyorum. Sende biliyorsun ki bize karşı koyacak gücü yok.”

“Adrian onun elinde ve oğlunu bize karşı kullanmaya kalkarsa Alexis’in gücü artacaktır.”

“Adrian’ı ben hallederim.” Elizabeth son gördüğü rüyadan oldukça etkilense de bir şey belli etmemeye çalışıyordu. Adrian ile girdiği savaşta genç adamın ağır yaralanması kızın bedeninde de tahribata neden olmuştu. Annesi ve kız kardeşini sesi sürekli kulaklarında çınlıyordu. Onarla bir gün karşılaşacağını biliyordu. Ancak o karşılaşmadan neler olacağını kestiremiyordu. Elizabeth annesine zarar veremezdi belki ama Felisa ile bir savaş içine gireceği de muhakkaktı.

“Ne düşünüyorsun prenses?”

“Annem ile Felisa’yı.” Edward kızının adını duyunca gerilmişti.

“Anne ile ben ilgileneceğim Elizabeth. Sivil bile olsa kraliyet ailesinin uyası gereken kurallar vardır. Annen sınırı aştı. Üzgünüm kızım ama senin için bile onu bağışlayamam.” Edward’ın sözleri ile Elizabeth buruk bir şekilde gülümsemişti.

“Onu affetmeni istemiyorum baba, cezası neyse çekmeli.”

“Felisa’yı da kardeşin olarak görmemelisin Elizabeth. Karşı karşıta geldiğinizde o sana acımayacaktır.”

“Bunu biliyorum baba, bu durum beni çok üzüyor.”

“Üzülme, ablan kendi yolunu seçti. Sonuçlarına da katlanmak zorunda.” İkilinin konuşmasını Ronald’ın çadır dışından gelen sesi bölmüştü.

“Gel Ronald!” Ronald çadırdan içeriye girdiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

“Güzel bir haber mi aldın Ronald amca, neden gülümsüyorsun?”

“Sonunda konseyi toplamaya ikna ettim.” Elizabeth şaşkınlıkla adama bakmıştı.

“Konsey mi, ne konseyi?”

“Kralların uygunsuz davranışlarını cezalandıran konsey,” Elizabeth cevap veren babasına şaşkınlıkla bakmıştı.

“Böyle bir konsey olduğunu bilmiyordum, Alexis’i neyle suçlayacaksınız? Savaşta ve ülkeler arası kandırmacaların cezai olduğunu sanmıyorum.”

“Doğru, ancak bir ülkenin yasaklanan prensini yeniden güçlerine kavuşturmak konsey kurallarına aykırıdır. Amcanın güçlerini engelleyen kilidi açtırarak konseye karşı gelmiş oldu.”

“Ama…”

“Bu kural düşman dahi olsan esnetilmez bir kuraldır. Savaşmak başkadır, aile içi verilen cezaların kaldırılması sadece asil kan ailelerine aittir. İyi bir ceza alacağına eminim.”

“Umarım savaşlar durur.” Elizabeth’in sözleri ile iki adamda başını sallamıştı. Bir süre daha durum kritiği yaptıktan sonra çadırdan ayrılan kral ve Ronald prensesi yalnız bırakmıştı. Elizabeth kahvaltısını yaptıktan sonra üzerini değiştirerek keşif yapmak için çadırından ayrılmıştı. Tanınmamak için kılık değiştirmişti. Askerlerin arasında gezerken sarı saçlarını miğferin altına saklamıştı. Savaşa gelen askerlerin boş boş beklemek canına tak etmişti.

“Daha ne kadar bekleyeceğiz?” Askerlerden biri sorarken diğer arkadaşı ona cevap vermişti.

“Bilmiyorum ama böyle beklemek hoşuma gitmiyor.”

“Sözlerinize dikkat edin, kral Edward’ın bir bildiği vardır.” Başka bir asker araya girip konuşmuştu.

“Elbet vardır bildiği ama askerler boş durmaktan sıkıldı artık. Savaşacaksak savaşalım artık.” Adamlardan biri elindeki kılıcı taşla keskinleştirirken konuşmayı sessizce dinliyordu.

“Sen bir şey söylemeyecek misin Arnold?” adamın elindeki taş durarak kendisine merakla bakan adamlara kısa bir bakış atmıştı. Elizabeth uzaktan adamın sakin halini izlerken oldukça meraklanmıştı. Diğer askerlerden hemen ayrılan adamın kim olduğunu bilmek istiyordu.

“İşinize bakın, sabretmeyi bilin. Kral Edward bekliyorsa sizi eve sağ salim geri götürmek içindir.”

“Uzun zamandır savaşlara katılmıyorsun, özlemiş olmalısın!” Arnold askerin sözlerine karşılık buruk bir şekilde gülümsemişti.

“Savaşı kimse özlemez evlat, şimdi gidin dinlenin. Edward’ı biraz olsun tanıdıysam savaşa katılmamız çok uzak değildir. Vaktiniz varken dinlenin. Bu kez savaş çetin geçecek gibi.” Adamın sözleri ile Elizabeth şaşırmıştı. Askerlerin konuşmasından adamın yıllardır babasının askeri olduğunu anlamıştı. Dış görünüşü göstermese de yaşının büyük olduğunu gözünün çevresindeki hafif çizgilerden görebiliyordu.

“Sen neden bana öyle bakıyorsun?” Elizabeth adamın kılıcını bilelerken soru sormasıyla etrafına bakınmış ama adamın “Sana söyledim,” diyerek başını kaldırarak prensese bakması genç kızın yutkunmasına neden olmuştu. Adam o kadar dikkatli bakıyordu ki Elizabeth nedense adamdan çekinmişti. Yüzünde sadece gözleri görünse de adamın kendisini tanımasından korkmuştu. Elizabeth başını iki yana sallayarak arkasını dönüp ilerlemek isterken yeniden adamın sesini duymuştu.

“Yalnız başınıza buralarda dolaşmamalısınız.” Elizabeth adımlamak üzere olduğu ayağını durdurarak yeniden adama döndüğünde kendisini tanımış olduğuna inanamıyordu.

“Nasıl?”

“O gözleri nerede görsem tanırım prenses, tıpkı baban gibi bakıyorsun.” Elizabeth adamın son sözlerini sadece kendisi duyacak şekilde söylemiş olmasına hafif gülümsemişti.

“Kral ile uzun zamandır birliktesiniz sanırım. Planlarını tahmin edebilecek duruma geldiğinize göre yakınsınız.”

“On yaşından beri Edward’ın yanındayım. Ronald ile her zaman Edward’ın yanında olduk.”

“O zaman ben sizi neden hiç görmedim?” Adam kızın sessiz sorusuna gülümce diğer askerlerin dikkatini çekmişti.

“Çünkü saray dışında önemli bir görevim vardı.” Elizabeth merakla adama bakınca adam derin bir iç çekerek kızın merakını gidermişti.

“Savaştığın adamın prensini yetiştirmekle meşguldüm.”

“Adrian’ı mı?” Elizabeth’ın sorusu ile adam başını sallamıştı. Arnold’un üzgün bakışlarını fark edince prenses ne söyleyeceğini bilememişti.

“Umarım düşman olarak karşımıza çıkmaz. Edward yeğeni olmasına aldırmadan onun icabına bakar yoksa.”

“Merak etmeyin, Adrian’ın icabına ben bakacağım.” Kızın eğlenerek konuşması Arnold’u da güldürmüştü.

“Burada daha fazla kalmamalısınız, yoksa duymamanız gereken şeyler duyabilirsiniz.”

“Saraya ne zaman döneceksiniz?” 

“Şuanda dönmeme imkan yok. Ayrıca baban planını gerçekleştirirse Adrian’ın yanında kalmam gerekecek gibi.”

“Anlıyorum, Ronald amcayı kendine aldı seni de Adrian’a bırakıyor.” Adam kızın Ronald’a “Amca” diye hitap ettiğini duyunca şaşırmıştı.

“Amca mı? Ronald mı?” adamın gür kahkahası kızı tedirgin ederken askerler şaşkınlıkla Arnold’a bakmıştı.

“Neden gülüyorsunuz anlamadım? Ne var bunda?”

“Siz Ronald’a amca mı diyorsunuz?”

“Evet, ne var bunda?” Elizabeth’in yüzü asılırken arkalarından gelen sesle ikisi de susmuştu.

“Seni bu şekilde kahkaha atarken görmeyeli uzun zaman oldu.” Arnold sesi duyunca yerinden ağır bir şekilde kalkarak kendilerine doğru yaklaşana krala selam vererek “Kralım,” dedi.

“Nasılsın Arnold? Seni bu kadar neşelendiren nedir?” askerler kralı görünce hemen hizaya dizilirken Elizabeth başını aşağıya eğerek mümkünmüş gibi bakışlarını kaçırmaya çalışmıştı.

“Kuşlar prensesin Ronald’a amca dediğini söyledi de, ona gülüyordum.”

“Arnold!” Edward’ın yanında duran Ronald adamın sözlerine hiddetle karşı çıkmıştı. Arnold’un kralın karşısına rahat konuşmasından hoşlanmıyordu.

“Evet kardeşim, bir sorun mu var?”

“Kardeşim mi? Siz…” Elizabeth şaşkınlıkla iki adama bakarken Edward kızını fark edince başını iki yana sallamıştı.

“Prenses sizin burada olmamanız gerekiyordu.”

“Ama kralım askerlerin moralini kendi gözlerimle görmek istemiştim. Ama Arnold amca! ile tanıştım,” dediğinde adamın şaşkın yüzü görülmeye değerdi. Ronald ile dalga geçerken prensesin kendisine de ‘amca’ demesi adamı şoka sokmuştu.

“Prenses…”

“Ne oldu Ronald amca, madem siz kardeşsiniz ona da amca demem gerekmez mi?” Ronald elini ağzının üzerine koyarak gülümsemesini bastırmaya çalışmıştı.

“Kralım, bu durum için affedin. Prensesi kaç kez uyardım ama hala hitabından vazgeçmiyor.”

“Ronald, Elizabeth çocuk değil, kime nasıl sesleneceğine kendisi karar verebilir. Amca demek istiyorsa bırakalım desin. Üstelik siz onun amcası sayılırsınız.”

“Kralım,” iki adamda mahcup bir şekilde başını eğmişti.

“Prenses gitmemiz gerekiyor, yarın için hazırlanmalısın. Bir misafirin var,” Elizabeth misafir sözünü duyunca heyecanla babasına bakmıştı.

“Misafir mi, kim?”

“Çadırın da seni bekliyor, hadi sen git!” Elizabeth izin isteyerek hızlı adımlarla çadırına doğru ilerlemişti. Hızlı bir şekilde çadıra girdiğinde ise şaşkınlıkla seslenmişti.

“Halacım?”

Genç adam etrafına boş gözlerle bakarken karşısında ki adam keyifle gülümsüyordu. Kendisine verilen görevi başarılı bir şekilde yerine getirmenin gururu vardı gülümsemesinde.

“Ne oldu?” Alexis hızla zindana girerken adam birkaç adım geri çekilerek krala selam vermişti.

“Kralım,”

“Bırak selamlamayı, beni neden acil çağırdın?”

“Kralım, başardım. Prensimiz artık sizin emrinizde!” Alexis aldığı cevapla heyecanlanarak adama bakmıştı.

“Başardın mı?”

“Evet kralım, prens Adrian artık kendi ülkesini korumak için can atan bir kral adayı!”

“Eğer doğruysa büyük ödül seni bekliyor büyücü!” Alexis heyecanla oğlunun karşısına geçerek gözlerine bakmıştı. Çelik grisi gözler boş bir şekilde babasına bakarken Alexis heyecanla genç adama sarılmıştı.

“İşte şimdi kimse bizim karşımızda duramaz. Bundan sonra benim elim kolum olacaksın Adrian, baban sana güveniyor.”

“Baba?” Adrian boş gözlerini adama çevirerek bakmıştı. Sanki bu hitabı ilk kez duyuyordu. Haksızda sayılmazdı. Büyücünün verdiği ilaçlarla düşünceleri tamamen boşalmış durumdaydı. Alexis oğlunun zincirlerini çözerken büyücü keyifle baba oğlu izliyordu.

“Siz ne yapıyorsunuz?” Kraliçe Barbara yanından hızla geçen Alexis’in nereye gittiğini merak ederek onu takip etmişti. Kralın Adrian’ı çözdüğünü görünce endişelenerek hızla öne atılmıştı.

“Sen karışma Barbara!”

“Ama Alexis bu çok tehlikeli, daha bizim yanımızda olup olmadığını bilmiyoruz bile.”

“Bu kadar yeter Barbara, haddini bil. Burası senin sarayın değil geri dur biraz.”

“Alexis,” Barbara kendisini tersleyen kuzenine öfkelenerek çıkışmıştı.

“Burası benim ülkem Barbara, Travuz ülkesi değil. Burada senin söz hakkın yok!”

“Benimle bu şekilde konuşamazsın Alexis, ben olmasaydım sen kral olamazdın.”

“Ama kralım değil mi? şimdi kararlarımı sorgulamaya kalkmadan önce kiminle konuştuğuna dikkat et.” Barbara sinirli bir şekilde zindandan çıkarken oğluna dönen adam konuşmasına devam etmişti.

“O çok tehlikeli bir kadın prensim, ona her zaman dikkat etmelisin.” Adrian adama boş boş bakarken Alexis kapıya yönelerek “Beni takip et,” dedi. Adrian sorgulamadan babasını takip ederken büyücü de hemen arkasından onları takip ediyordu.

“Kralım, kuzeyden saldırıya uğradık!” askerin koşarak haber vermesi Alexis’i duraksatmıştı

“Kuzeyden saldırı mı? Nasıl olur, onlar bizim müttefikimizdi.”

“Askerlerimiz panik durumda kralım, hiç beklemedikleri bir yerden saldırıya uğrayınca ne yapacaklarını şaşırdılar.” Alexis oğluna dönerek elini omzuna koymuştu.

“Şimdi senin sıran prens, ülkeni korumak için neler yapabileceğini herkese göstereceksin.” Adrian adamın sözlerinden sonra öne geçerek emir almış gibi hızlı adımlarla ilerliyordu. Her adımında bedeninde ki kızıllık çoğalırken onu görenler yolundan çekilerek şaşkınlıkla yanından geçen genç adama bakıyordu. Alexis prensi yavaş adımlarla takip ederken oldukça sakindi.

Askerler etrafını saran kalabalığa endişeyle bakarken saldırılara karşı koymaya çalışıyordu. Yaralananların çığlıkları diğerlerinin kulaklarını tırmalarken savunma yapmak oldukça güçleşmişti. Savaş siviller arasında yapılıyordu. Henüz kraliyet aileleri karşı karşıya gelmemişti. Adrian’ın yeri titreten adımları askerlerin arasında korkuya neden olurken onu tanımayan kendi askerleri dahi korkudan geriye çekilmişti. İki birliğin arasına girdiğinde genç adam üzerine doğru gelen okları küçük bir hareketle başka yöne yönlendirmişti. Adrian’ın etrafından geçip giden oklar ve saldırıya kalkışan askerlerin kılıç darbeleri kolaylıkla savuşturuluyordu. Askerler birer birer havalanırken çığlık çığlığa etrafa dağılıyordu. Tek başına düşman ordusunu geri püskürten prens Alexis’ın keyiflenmesini sağlamıştı. Oğlu düşmanı kaçırmayı başarmıştı. Üstelik bu çok kolay olmuştu. Adrian’ın gücünü kullanmadan orduyu dağıtması Alexis’in daha da cesurlaşmasına neden oluyordu. Adrian kendi askerlerine döndüğünde sevinç nidaları ile karşılaşmıştı. Genç adam askerlerin sevincine aldırmadan yanlarından yürüyüp Alexis’e doğru ilerlerken Alexis atını genç adama doğru sürerek önünde durmuştu.

“Asıl savaşımız yeni başlıyor Adrian, bu ordular küçük bir düşman… Yarın hazırlıklı ol!” Adrian babasının sözlerini bitirmesi ile geldiği yolu geri dönerek sarayına doğru ilerledi. Kendisine gösterilen odaya girerken hizmetliler etrafında dört dönüyordu. Odasının kapısı hızlı bir şekilde açıldığında genç adam gelen kişiye dönmüştü.

“Bakın burada kimler varmış!” Adrian kendisine nefretle bakan kadına gözlerini kısarak bakarken kadının konuşmasına devam etmesini beklemişti.

“Bakma bana öyle boş boş, beni tanımıyor musun? Yoksa Alexis beynini de mi aldı?”

“Ne söyleyeceksen söyle ve çık dışarıya!” Adrian zindandan çıktığından beri ilk kez konuşmuştu.

“Şu halini gördükçe o kadar mutlu oluyorum ki, babamın seni Alexis’in köpeği olarak gördüğünü düşünmek bile beni keyiflendiriyor. Üzerine titrediği yeğeni düşmanı olarak karşısına çıkacak.”

“Baban kim senin? Saçmalaman bittiyse dinlenmek istiyorum.” Felisa savaş alanında Adrian’ın kolaylıkla düşman ordusunu dağıttığını duyunca genç adamı görmek için saraya dönmesini beklemişti. Alexis’in gerçekten amacına ulaşıp ulaşmadığını kendi gözleri ile görmek istiyordu. Şimdi karşısında ki adamın tamamen kralın etkisinde olduğunu görmek garip bir şekilde genç kızı mutlu etmişti.

“Bu kadar kibirli olmamalısın Adrian, Elizabeth ile karşı karşıya geldiğinde gücünü görmüş olacağım.” Adrian Elizabeth adını duyunca irkilmişti. Onun irkilmesi Felisa’nın dikkatinden kaçmazken şüpheyle genç adama baktı.

“Elizabeth… Kim?” Adrian’ın meraklı çıkan sesi Felisa’yı germişti.

“Düşmanın olan prenses, yakında onunla karşılaşacaksın. Sana tavsiyem ona sakın acıma, çünkü o sana acımayacaktır.”

“Elizabeth!” Adrian kızın sözlerini duymuyordu bile. Adının bile bedeninde oluşturduğu etki Adrian’ı şaşırtmıştı.

“Karşılaşırsak ne yapacağıma ben karar veririm. Başka bir şey yoksa odamdan çık!” Adrian’ın sert sesi Felisa’nın yerinden zıplamasına neden olmuştu. hızlı bir şekilde odadan çıkarken aklı hala Adrian’ın kardeşinin adını duyunca verdiği tepkide kalmıştı.

“Kralım size kötü bir haberim var, Alexis kuzey ülkesinden gelen saldırıyı savuşturmayı başardı.”

“Öyle mi? Alexis güçlendi demek ki!”

“Kralım bilmeniz gereken önemli bir konu daha var. Savaşta prens Adrian da vardı. Aldığımız haberlere göre orduyu tek başına Adrian dağıttı!” Edward aldığı haberle gözlerini kapatmıştı. Bakışları çadırın diğer köşesinde duran kızına kayınca Elizabeth üzgün bir şekilde babasına bakmıştı.

“Sivillerden çok ölen var mı?”

“İşin garip yanı da o kralım, ölen yok denecek kadar az. Prens Adrian sadece saldırıları engelleyerek orduyu dağıtmış. Özel güçlerini kullanmamış.” Edward ve Elizabeth şaşkın bir şekilde genç askere bakarken düşünmeye başlamıştı. Adrian büyünün etkisinde bile sivile zarar vermiyorsa kendi askerlerine de zarar vermeyecekti. Asıl savaşı kızı ile yapacağı kesindi.

“Elizabeth, ne düşünüyorsun?”

“Gücünü bize saklıyor baba!”

“Bende öyle düşünüyorum. Ama bilmediği şey seninle karşılaşacağı.” Elizabeth başını aşağı yukarı sallarken sıkıntılıydı.

“Baba, biz karşılaştığımızda etrafımızda sivillerin olmasını istemiyorum.”

“Ne yapmayı planlıyorsun Elizabeth, asker onlar elbet savaş alanında olacaklar.”

“Yine de bir yolunu bulmalıyız!” Elizabeth beynini çalıştırırken aklından geçenleri babasının da okuduğunun unutmuştu.

“Asla olmaz Elizabeth!”

“Baba!”

“Sana olmaz dedim. Aklından çıkar bunu!” Elizabeth derin bir iç çekerek bakışlarını krala dikti.

“Bu tek yol. Onu üzerime çekmeliyim. Sivillerin zarar görmemesinin tek yolu bu.”

“Sana olmaz dedim Elizabeth.” Edward’ın kesin çıkan sesi prensesi kararından döndürmeyecekti. Kızının kararlı bakışlarını gören kral elleri iki yanda yumruk olarak kızına baktı.

“Ne söylersem boş değil mi prenses. Anlamıyorsun, Alexis adil savaşmaz. Adrian’ı üzerine çeksen bile Alexis onu yalnız göndermeyecektir. Tek başına hem Adrian ile hem de diğerleri ile savaşamazsın.”

“O zaman sende orada olursun baba. Herhangi bir saldırıda karşı koyabilirsin. Sadece Adrian’ı bana bıraksan yeter.”

“Elizabeth!”

“Bu tek yol baba, biliyorsun.” Edward kızının karşısına durmak yerine yanında durmayı tercih ederek savaşında yanında olacaktı.

“Peki, dikkatli olmalısın.”

“Teşekkür ederim baba, yapmam gereken sadece Adrian’ın dikkatini çekebilmek.”

“Elizabeth, kalplerinizi üst üste getirmeniz gerekiyor. Büyüden çıkmasını ancak bu şekilde sağlayabilirsin.”

“Biliyorum baba, elimden geleni yapacağım.” Elizabeth hazırlanmak için kendi çadırına giderken onları dinleyen kişiden habersizdi. Prensesin acele hazırlanıp yola çıkması diğerlerinin dikkatinden kaçmazken askerler arasında fısıltılar dolanmaya başlamıştı. Karşı tarafa prensesin harekete geçtiğine dair haber çoktan iletilmişti.

Alexis ve diğerleri toplantı yaparken konseyin toplanmak istediğini öğrendiklerinde kralın yüzü asılmıştı. Neden toplandıklarını elbette biliyordu. Ama konseyin toplanmasını en azından Edward’ı yerinden edene kadar ertelemek istiyordu. Alexis için Edward her şekilde gücünü kaybetmeliydi.

“Kral Alexis, prenses Elizabeth’in saldırı için bize doğru ilerlediğini öğrendik.” Alexis yan tarafta duran Barbara’ya dönerek “Duydun mu kuzen, biricik kızın ölümüne geliyor,” dediğinde Felisa nefretle gülümsemişti.

“Gelsin bakalım, onun için güzel bir karşılama yapacağıma emin olabilirsiniz.”

“Edward kızının ölüsünü alınca yıkılacaktır.” Barbara’nın sözleri toplantıda olanları şaşırtmıştı.

“Barbara, Barbara,” Alexis başını iki yana sallayarak keyifle gülmüştü. “Çok acımasızsınız kraliçem, öz kızınıza beslediğiniz sevgi gözlerimi yaşarttı doğrusu.” Alexis’in sözleri adamları güldürürken Barbara’nın umurunda bile olmamıştı.

“O kız doğmamalıydı. Bana bir faydası olmayan evladı ne yapayım.”

“Sen bilirsin, nasılsa kızın çok yaşamayacak.”

“Elizabeth’i hafife alma Alexis, gücünün sınırını bilmiyoruz. Her zaman kendini saklamayı başardı.”

“Merak etme sevgili kuzenim kimse Adrian’ın gücüne ulaşamaz.”

“Yine de kendine bu kadar güvenmemelisin. Ne de olsa damarında Edward’ın kanı dolaşıyor!” Alexis toplantı boyunca susan adama kısa bir bakış atmıştı.

“Abin Edward senin için geliyor Louis, hatırlatmak isterim.”

“Sen beni düşünmek yerine güçlerimi bana geri verdiğin için konseyin sana vereceği cezayı düşünmelisin.”

“Edward ölünde o cezanın bir hükmü kalmayacak. Gücünü alan öldüğünde kimse şikayetçi olamayacak.” Louis başını iki yana sallayarak Alexis’e gülmüştü.

“Hayal dünyasında yaşıyorsun Alexis, Edward’ı senin gibi biri öldüremez.”

“Ben yapamayabilirim ama Adrian yapabilir.”

“Adrian?” Louis adını sürekli duyduğu ama kim olduğunu bilmediği adamı merak etmişti.

“Ah sen bilmiyorsun değil mi?” Alexis işaret ederek Adrian’ın toplantı salonuna alınmasını emretmişti. İçeriye giren genç adamı görenler şaşkınlıkla ona bakmıştı. Louis fark ettiği gerçekte dehşete düşmüştü.

“Ama…” Alexis adamın şaşkınlığına kahkaha atarak sözünü kesmişti.

“Seni tanıştırayım Louis, bu Adrian benim oğlum. Benim ve kız kardeşin Almira’nın tek oğlu. Damarlarında hem benim hem de senin o asil kardeşinin kanı dolaşıyor. Gücünü tahmin edebiliyor musun?” Louis genç adamın abisine olan benzerliği karşısında şok olmuştu. Adını söylemeselerdi Adrian’ın abisi olduğuna yemin edebilirdi. Beyninde dolanan ‘Almira’ adı ile hızla krala döndü.

“Almira mı? Almira burada mı?” Louis heyecanla etrafına bakınırken Barbara kahkaha atarak adama alaycı bir şekilde baktı.

“Boş yere arama Louis, kardeşin Edward’ın yanında. Tebrik ederim bu arada Almira kralın danışmanı Ronald ile evlendi.” Louis kafası karışmış bir şekilde konuşan kişilere bakıyordu. Yıllardır kayıp olan kız kardeşi yaşıyordu. Üstelik Alexis’in çocuğunu doğurmuştu. Şimdi de kraliyetin en güvendiği danışmanı ile evliydi. Yıllardır ülkesinden ayrı bir hayat sürerken birden Alexis ile karşılaşması genç adamın aklını karıştırmıştı. Gücünü yeniden kazanmak başta onu heyecanlandırsa da bulunduğu durum kendini sorgulamasına neden olmuştu. İçinden “Burada işim ne?” diye düşünürken Adrian ile göz göze gelince onun düşüncelerini okuyabildiğini anlamıştı. Prensin bakışlarını çekmesi ile rahat bir nefes alırken Alexis’in sözleriyle hızla ona dönmüştü.

“Prens Adrian, düşman prenses Elizabeth bize saldırı için yola çıktı. Onu karşılamanı ve yok etmeni istiyorum.” Alexis’in ağzından çıkanlar Louis’i gereken Adrian’ın yüzünün ifadesinin Elizabeth adını duyduğunda değişmesi dikkatinden kaçmamıştı.

“Emredersiniz Kralım!” Adrian selam vererek salondan ayrılırken Alexis keyifle Louis’e dönerek Felisa’yı göstermişti.

“Seni diğer yeğenin ile tanıştırayım. Travuz prensesi Felisa,” dediğinde Felisa yüzünü buruşturarak amcasına bakmıştı.

“O neden burada?”

“Babasına isyan etti, bundan sonra benim topraklarımda kalacak.”

“Edward ihaneti affetmez bilmiyor musun? Neden buradasın?” Louis’in sorusu ile Alexis kaşlarını çatmıştı. Edward’ın kardeşinin sorgulamaya başlaması demek onun güvenilirliğini sorgulamak demekti.

“Bu seni ilgilendiren bir durum değil prens Louis, unutma seni buraya ben getirdim.”

“Sahi sen bizi buraya neden getirdin. Ben, ülkemin kraliçesi, prensesi ve yeğenim neden burada Alexis, ne planlıyorsun?”

“Zamanı geldiğinde öğrenirsin, toplantı bitmiştir. Benim keyifli bir dövüş izlemem gerekiyor.” Kralın tahttan kalkıp odadan çıkması ile Louis yeniden odadakilere dönmüştü. Hiçbir şey söylemeden odadan çıkarken Felisa Elizabeth’in karşısına çıkmak için hızla hazırlanarak Adrian’dan önce saraydan ayrılmıştı. Elizabeth ile karşılaşmak için sabırsızlanıyordu. Orman onun alanıydı ve Elizabeth’in kaçmasına izin vermeyecekti.

***

Prenses ardından gelen askerlerden habersiz heyecanla yoluna devam ederken ormanlık araziden geçeceği sırada fark ettiği gariplikle duraksamıştı. Orman haddinden fazla sessizdi. Ağaçlardan dal bile kıpırdamıyordu. Etrafını dinlemeye başladığında kulağında yankılanan nefes sesi ile hafif gülümsemişti.

“Merhaba ablacım, seni beklediğimi söylersem yalan olurdu.”

“Ama ben seni bekliyordum Elizabeth!” Elizabeth arkasını döndüğünde üzerine doğru gelen ağaç dallarından kaçmak için hemen atından aşağıya inmişti.

“Boş yere kaçmaya çalışma Elizabeth, benden kaçamazsın!” Elizabeth üzerine doğru gelen sarmaşıkları kılıcı ile keserken bir yandan da Felisa’nın diğer hamlesini anlamaya çalışıyordu. Bir süre saldırıları engelleyen prenses yorulmaya başlamıştı. Ormanda gücünü kullanmak istemiyordu. Basit hamlelerle ablasının saldırılarından kaçmayı başarırken üzerine gelen etçil bitki ile avucunu havaya kaldırmış ama hiç beklemediği bir anda etrafını saran sarmaşıkla havaya yükselmişti.

“Seni uyarmıştım!” Prenses şaşkınlıkla bedenini saran sarmaşıklara bakarken gördüğü gözlerle yutkunmadan edememişti. İki devin savaşına şahit olduğuna inanamıyordu.


Yorum yaparsanız sevinirim. Sonraki bölümde görüşmek dileğiyle. Beğeniyi unutmayın!

29.BÖLÜM <<<<<<—–>>>>>> 31.BÖLÜM

15212cookie-checkAsil Kan 30. Bölüm

9 yorum

  1. Adrian kralı kandırıyor bence felisa ile flora mi karşılaştı çok güzel bir bölümdü yazarım ellerine emeğine sağlık

  2. İki dev derken
    Prenses kiminle karşılaştı acaba
    Ellerine emeğine sağlık çok güzeldi
    Yeni bölümü sabırsızlıkla bekliyorum
    Diğer bölümde savaşı okuyacağız sanırım

  3. Bölüm için teşekkürler harikaydi ❤️ Adrian numara yapıyor bence büyü etkisinde değil ayrıca bence flora geldi iki dev o ikisi oluyor . Amca Louis yaptığı şeyden şüphelenmeye başladı vazgeçecek gibime geliyor

  4. Adrian Alexis i oyalamak için yapıyor sanırım Felisa karşısına Flora çıktı iki dev dediğine göre yeni bölümü merakla bekliyorum çok güzel bölümdü

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir