Asil Kan 33. Bölüm

Merhaba arkadaşlar. Bölüm diğerlerinden daha uzun oldu. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar!

***

Genç kadın sarayın koridorlarında dolanırken ilk kez bu kadar sessiz olduğunu düşünüyordu. Yirmi beş yıldır bu saraydaydı ve ilk kez bu kadar korkuyordu. Saraya geldiğinde daha on beş yaşındaydı. Ailesinden koparılmasının üzerinden onca yıl geçmesine rağmen hala sarayın entrikasına aklı basmıyordu. Peşinde dolanan hizmetlilere ne kadar alıştım dese de bazen öyle anlar oluyordu ki ortadan kaybolmak istiyordu.

Tamda şimdi olduğu gibi!

Nadia sarayda dönen dedikoduların elbette farkındaydı. Kraliçe Barbara’nın tahtının elinden alınması ile boş kalan koltuğu kimin dolduracağı merak konusuydu. Kimse Nadia’nın o koltuğa oturmasına ihtimal dahi vermiyordu. Kulaklarını kapatıp fısıltıları duymak istemiyordu. Üzerinde ki acınası bakışlardan kurtulmak için yok olmak istiyordu. Derin bir nefes alarak olduğu yerde durdu. Onun durması ile hizmetlilerde duraksamıştı.

“Hanımım, bir şey mi oldu?”

“Bahçeye çıkmaktan vazgeçtim, kraliçe Katren’in odasına gidelim.”

“Peki hanımım,” hizmetliler iki yana dizilerek Nadia’ya geçmesi için yol vermişlerdi. Nadia ağır adımlarla ilerlerken oldukça sıkıntılıydı. Edward gideli on gün olmuştu. Savaşın bittiği haberi elbette gelmişti. Ama Almira’nın acil çağrılması Nadia’yı oldukça endişelendirmişti. Oğlundan Elizabeth’in bitkin düştüğünü öğrense de prensesi görmeden iyi olduğuna emin olamazdı. Kraliçenin odasının kapısına geldiğinde içeriye geldiği anons edilirken yavaş bir şekilde kapıdan içeriye girmişti. Her zamanki gibi oğlu Drew’i karısının yanında görünce hafif gülümsedi.

“Annecim,” Drew oturduğu yerden kalkarak annesine selam verirken Nadia ona kaşlarını çatmıştı.

“Drew, sana kaç kez söyledim beni selamlamamalısın.”

“Biliyorum ama sen benim annemsin. Kimin ne dediği umurumda değil.” Katren yerinden kalkmak için doğrulsa da Nadia ona engel olmuştu.

“Kalkmayın kraliçem, sizin yorulmamanız gerekiyor.”

“Hoş geldin anne, nasılsın.” Nadia kızın yanına giderek ellerini tutmuştu.

“Beni boş ver, asıl sen nasıl oldun. Kulübeden geldiğinden beri seninle ilgilenemedik. Şimdi daha iyi misin?”

“Daha iyiyim anne, bebeklerim çok eğlenceli beni yorsalar da anneleri için ellerinden geleni yapıyorlar.” Nadia Katren’in ne demek istediğini gözlerinden okuyabiliyordu. Bebekler annelerine sorun çıkarmamak için neredeyse karnında kıpırdamıyordu bile. Gelininin elini sıkarak ona gülümseyen kadın oğluna dönmüştü.

“Kral Edward ve diğerlerinden haber var mı?”

“Babam iki güne dönecek. Yanında amcam Louis de olacakmış!” Nadia başını sallayarak ikiliye bakmıştı.

“Peki Elizabeth?”

“Elizabeth iyi anne, endişelenme artık. Dün kendine geldiğini haber ettiler. Biraz daha dinlendikten sonra o da geri dönecek.”

“Elizabeth’i gözümle görmeden hiçbir şeye inanmam. Annesi ile karşılaşmıştır. Ne durumda olduğunu merak ediyorum.”

“Kraliçe Barbara artık kimseye zarar veremez anne, babam ona da Felisa’ya da cezasını verdi. Üstelik Alexis’in artık hiçbir gücü yok.”

“Nasıl?” Katren merakla kocasına bakmıştı.

“Babam onun güçlerini mühürledi. Babamdan başka kimse mührü bozamaz.”

“Böyle bir şey yapabilir mi?”

“Kanunlara karşı geldi Katren, Alexis ailevi cezalar kanununa karşı gelerek amcamın mührünü kırdı. Konsey onu cezalandırdı.”

“Bu onun için zor olmalı. Peki ülke ne olacak? Taht ne olacak?”

“Babam Adrian’ın taç giyme törenini gerçekleştirdikten sonra gelecek.” Nadia düşünceli bir şekilde etrafına bakınırken onun bu hali karı kocadan kaçmamıştı.

“Nadia anne, neden durgunlaştın?”

“Kral Edward döndüğünde sarayda çok şey değişecek. Senin deneme süren doluyor. Elizabeth ya da Flora tahta çıkacak. Üstelik kraliçelik unvanı boş, yeni bir kraliçe seçmek zorunda baban!” Drew annesinin titreyen sesi karşısında yutkunmadan edememişti. Bakışları Katren’e dönerken onunda üzüldüğünü anlamıştı.

“Bunları konuşmak için henüz çok erken, babam gelince saray yetkilileri ile konuyu istişare edeceklerdir.”

“Haklısın oğlum, ben dayınla görüşeceğim. Sende kraliçeyi çok yorma.” Nadia oğluna hafif gülümseyerek oturduğu yerden ayağa kalkmıştı. Kapıya döndüğünde Drew’in seslenmesi ile duraksadı.

“Anne?”

“Evet?”

“Babam ne karar verirse ülkenin iyiliği için verecektir. Üzülmeni istemiyorum. Gelen kraliçenin Barbara gibi olacağını düşünmüyorum.”

“Umarım, babanın ve ülkenin iyiliği için en iyisi olur. İzninizle!” Nadia odadan çıkar çıkmaz derin bir soluk almıştı. Bir eli kalbinin üzerinde derin derin nefes aldı. Kalbi deli gibi atıyordu. Düşüncesi bile kadının içini yakarken gerçek olduğunda nasıl hissedeceğini kestiremiyordu. Bunca yıl kocasını iki kadınla paylaşmıştı. Bundan sonra da paylaşmak zorunda kalmak artık ona ağır geliyordu. Karar vermesi gerekiyordu. Kraliçenin seçilmesi ile kraldan izin isteyerek saraydan ayrılmak için elinden geleni yapacaktı.

“Hanımım, odanıza mı?” hizmetlinin sorusu ile kendine gelen kadın başını iki yana sallayarak konuşmuştu.

“Söyleyin atımı hazırlasınlar, abimi görmeye gideceğim.”

“Peki hanımım,” hizmetli koşturarak giderken Nadia üzerini değişmek için odasına gitmişti.

****

Genç adam bir haftadır dayısının tüm engelleme çalışmalarına rağmen prenses Elizabeth’in başından ayrılmamıştı. Yeri gelmiş tartışmışlar yeri gelmiş uzlaşmıştılar ama ortak karar her zaman Elizabeth’in iyiliği olmuştu. Yatakta uyuyan genç kıza dalgın bir şekilde bakan prens adının seslenilmesi ile derin düşüncelerden çıkmıştı.

“Adrian, ne düşünüyorsun?” Almira olunun haline üzülmeden edemiyordu. Abisinin inadı iki gencin geleceğini etkileyecek gibi.”

“Sence ne zaman uyanır anne, uyansın artık.”

“Gücünü toplaması gerekiyor Adrian, bunu hissetmen gerekiyor.”

“Benim hissettiğim güçle Elizabeth’in şimdi ayakta olması gerekirdi.”

“Bu kadar endişelenme Adrian, senin stresini Elizabeth’in de hissettiğini biliyorsun.”

“Bedeni yara içinde kaldı. Daha ne kadar yara alacak?”

“Bu onun kaderi oğlum, o savaşçı olarak doğdu. Birçok savaşa girecek ve hepsinden yara alacaktır.”

“Buna izin vermeyeceğim.”

“Bu senin elinde değil Adrian, senin aldığın yarayı onun bedeni hissedecek. Bu yüzden alışmalısın.”

“Bunun alışkanlığı olmaz.” Genç adam yeniden prensese dönerken aklına dayısı gelmişti. Başını iki yana sallarken Almira oğlunun düşüncelerini fark edince gülümsemişti.

“Bu kadar düşünme, dayın kızının mutluluğu için her şeyi yapar. Senin asıl ikna etmen gereken Elizabeth!”

“Ya onu ikna edemezsem?” yatakta kıpırdanma olunca genç adam heyecanla prensese daha da yaklaşmıştı. Elizabeth’in ağır bir şekilde gözlerini açtığını görünce kalbinin bu denli atmasına inanamıyordu. Hayatında ilk kez bu kadar heyecanlanmıştı.

“Karıcım?” Elizabeth yanlış duyduğunu düşünerek kaşlarını çatmıştı. Almira araya girerek kızın diğer elini tutmuştu.

“Halacığım, kendini nasıl hissediyorsun?” Almira’ya dönen bakışları Elizabeth’in yorgundu.

“Daha iyi hissediyorum, ne oldu? Savaş…” dediğinde elinin sıkılması ile bakışları yeniden Adrian’a dönmüştü.

“Savaş bitti prenses, bundan sonra iki ülke arasında savaş olmayacak!”

“Alexis?” Almira’ya dönen genç kız prensine bakmamaya çalıyordu. Almira durumu fark edince ikiliyi yalnız bırakmak için hareketlenmişti.

“Ben babanı çağırayım, senin için çok endişelendi.”

“Gitmene gerek yok hala,” diye karşı çıkan prenses kapıdan çıkıp giden kadının arkasından üzgün bir şekilde bakmıştı.

“Benimle konuşmayacak mısın Elizabeth?”

“Ben aptalları muhatap almam.” Adrian gelen taşla geri çekilmişti.

“Aptal mı?” Elizabeth kaşlarını çatarak Adrian’a baktı.

“Evet, aptal. Sen kocaman bir aptalsın. Babama haber vermeden kendi başına iş yaptığına inanamıyorum. Ya Alexis’in etkisinden kurtulamasaydın ne olacaktı?” Elizabeth oldukça sinirlenmişti.

“Sakin ol Elizabeth bu sağlığın için iyi değil.”

“Sen benim sağlığımı ne zamandan beri düşünür oldun?” Adrian’ın elinin içindeki elini çekerek başını çevirdi.

“Yalnız kalmak istiyorum, odadan çıkar mısın?”

“Asla, bu odada kalmak için babanla ne kadar savaş veriyorum biliyor musun?”

“Bilmek istemiyorum, iyileşir iyileşmez bu saraydan gidiyorum. Sende çok sevgili babanla hasret giderirsin.” Adrian kızın sözlerine dişlerini sıkmaya başlamıştı. Yerinden kalkarak genç kızın üzerine doğru eğilip gözlerini hapsetmişti. Konuşmasına gerek yoktu. O gözlerde her şey açıkça belli oluyordu.

“Nereye gidersen git prenses, sen bana aitsin. İstersen dünyanın öbür ucuna git, dönüp dolaşıp yine benim kollarıma geleceksin. Bunu sende en az benin kadar iyi biliyorsun. İkiliz bir elmanın bütünüyüz!” Elizabeth adamın sözleri ile yutkunmuştu. Bakışlarını kaçırırken bedeninden esen sert rüzgar ile Adrian’ı üzerinden karşı duvara fırlatmıştı. Duvara vurup yere düşen genç adam şaşkınlığını atlattığında gülmekten kendini alamamıştı.

“Demek ki müstakbel kraliçem zoru oynayacak. Ben savaşa hazırım prenses!”

“Ben senin kraliçen değilim.”

“Şimdilik, yakında olacaksın.” Elizabeth dişlerini sıkarak ellerini yumruk yaparken avucunda hissettiği sıcaklıkla gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalışmıştı. Bir süre o şekilde kaldıktan sonra eline hissettiği baskı ile gözlerini araladı. Adrian genç kızın avucunu açarak alevin üzerine kendi avucunda ki suyu bırakarak sıkıca elini kavramıştı.

“Sen…”

“Alev olsan su olarak sana sarılacağım, su olsan seninle ıslanacağız. Ama her zaman beraber olacağız. Şimdilik seni serbest bırakıyorum ama unutma, sen bana ve bu topraklara aitsin!” Adrian prensesi şaşkın bir şekilde bırakarak odanın kapısını açtığında Edward ile göz göze gelmişti.

“Dayıcım, sizi kızınızla yalnız bırakıyorum.” Adrian kapıdan çıkıp giderken Edward arkasından şaşkın bir şekilde bakıyordu.

“Ona ne söyledin de dışarıya çıktı. Ben o kadar uğraştım onu odadan atamadım.” Edward kızının yanına giderek alnını öpmüştü.

“Bilmiyorum babacım, kendi konuştu kendi gitti.” Kral kızının tam olarak gözlerini açmasına sevinmişti. Bundan daha önemli olan bir şey yoktu.

“İyi olmana sevindim prenses, çok cesurdun, seninle gurur duyuyorum. Seninle ve kardeşinle…”

“Felisa ne oldu baba, ona ne ceza verdin?”

“İhanetini güçlerini kaybederek ödedi. Bundan sonra kimseye zarar veremeyecek. Annesinin yanına gönderildi sırdan bir hayat yaşayacaklar.”  Elizabeth başını sallayarak babasını onaylarken dilinin ucuna gelen ama bir türlü çıkmayan anne kelimesi prensesi zora sokmuştu.

“Peki o?”

“Merak etme, yaşıyor annen.”

“Beni doğurmuş olması annem olduğunu göstermez. Bir kez olsun bana kızım demedi. Sadece ne olduğunu merak ediyorum.”

“Elizabeth?”

“Merak etme baba, benim annem sarayda beni bekliyordur. Eminim çok endişelenmiştir.” Kral Nadia’yı düşününce buruk bir şekilde gülümsemişti.

“Nadia, çok endişelenmiştir. Hele prenses Almira’yı getirttiğimizi öğrendiğinde. Seni görmeden rahat etmeyecektir.” Elizabeth babasının gülümsemesine takılmıştı.

“Ne oldu baba? Neden bu kadar düşüncelisin?”

“Bilmiyor musun? Babanın düşüncelerini okuyamıyor musun?” Elizabeth başını iki yana sallayarak cevap vermişti.

“Senin söylemeni tercih ederim baba, şuanda çok yorgunum.”

“Annenden boşalan koltuğun dolması gerekiyor, biliyorsun Elizabeth.” Elizabeth başını sallayarak babasını onaylamıştı. Babası ya tahttı bırakacaktı ya da yeni bir kraliçe seçecekti. Aslında iki durumda da kraliçe seçmesi zorunluydu.

“Ne yapacaksın?”

“Henüz bu konuyu düşünmek için çok erken. Saraya döndüğümüzde Drew’in deneme süresi dolmuş oluyor. Tahttı size devretmek zorunda kalacak. Sen veya Flora tahtta geçeceksiniz.”

“Ben mi? Öncelik ablamın diye düşünüyorum.”

“Ya da tahtta oturmak istemiyorsun.” Edward kızının bakışlarını kaçırması ile gülmüştü.

“Ne zaman döneceğiz? Sarayı özledim.”

“Adrian’ın taç giyme töreni olacak. Törenden sonra döneriz.”

“Ne zaman?” Elizabeth oldukça gerilmişti. Adrian taç giyme töreninde kendine eş seçebilirdi. Saray kurallarında vardı bu. Çoğu prens kraliçesini taç giyme töreninde seçiyordu.

“Neden bu kadar endişelisin Elizabeth? Ne düşündüğünü bana söylemeyecek misin?”

“Adrian kral olacaksa kraliçe seçmesi gerekecek.” Edward kızının yanına oturarak onu göğsüne çekmişti. Kızının kaygıları vardı ve bir baba olarak onları giderememek Edward’ı üzüyordu.

“Endişelenme, seni benden kolay alamaz.”

“Baba, önüne geçemeyeceğini sende biliyorsun? Eğer başkası ile evlenirsek güçlerimizi kaybedebiliriz. Bunu sen benden daha iyi biliyorsun.”

“Biliyorum, ama bu seni ona kolay vereceğim anlamına gelmiyor. Yeğenim de olsa cezasını çekmeli. Kafasına göre hareket etmemeyi öğrenmeli.” Elizabeth babasının inadı karşısında derin bir nefes almıştı.

“Sen nasıl istersen babacım.”

“Ha şöyle, baba sözü dinle biraz.” Elizabeth bir süre daha babası ile konuştuktan sonra yorgun düşerek uykuya dalmıştı. Onun uykuya dalması ile Adrian yeniden odaya giriş yaptı.

***

“Sarayda durumlar nasıl Ronald?” Ronald kralın huzurunda rapor verirken Edward ülkesinde olanları dinliyordu. Savaş sonucunda halk oldukça mutluydu. Askerler evlerine sağ salim dönerken kazanılan ülkenin kendi topraklarına katılıp katılmayacağı merak konusuydu. Kralın yeğenini herkes öğrenmişti. Alexis’in zalimliğinin bittiğini öğrenen kaçak yaşayan halk ülkesine geri dönmeye başlamıştı.

“Kralım, sarayda durumlar kontrol altında. Şuanda herkes sizin geri dönmenizi bekliyor.”

“Birkaç gün içinde döneceğim. Peki Cariya Nadia nasıl? Sağlık durumu iyi mi? saraydan ayrılırken pek keyfi yoktu.”

“Cariye Nadia sarayda değil kralım!” Edward duyduğu şeyle hızla yerinden kalkmıştı.

“Ne demek sarayda değil, nerede o zaman?”

“Kral Drew’den izin alarak bir süredir ağabeyi ile bir kalıyor.”

“Ne demek ağabeyi ile kalıyor. Drew annesine nasıl izin verir. Onun saray dışında güvende olmayacağını bilmiyor mu?” Ronald kralın hiddetinden çekinerek geri adım atmıştı. Edward delirmiş gibi odada dolanırken birden duraksayarak Ronald’a baktı.

“Saraya haber gönderin, Nadia derhal saraya döndün. Ben gelene kadar da saraydan ayrılması yasak!” kralın sesi o kadar keskindi ki Ronald ilk kez Edward’ı bu kadar kızgın görüyordu.

“Emredersiniz kralım. Yalnız saray dedikodu kazanına dönmüş durumda. Şimdiden yeni kraliçenin kim olacağı merak konusu. Herkes asil ailelerin kızlarının hazırlıklara başladığını konuşuyor. Cariye Nadia bu yüzden saraydan ayrılmak istemiş olabilir.”

“Kimin ne dediği ya da ne hazırlık yaptığı umurumda değil. Nadia saraya dönecek. Öteki konuyu ben gelince halledeceğim.”

“Emredersiniz kralım.” Ronald selam verip Edward’ın yanından ayrılırken odaya hışımla giren Louis ile sıkıntılı bir nefes almıştı.

“Sonra gel Louis,”

“Olmaz, bana kızımın nerede olduğunu söyle, daha fazla bekleyemem.” Louis kararlı bir şekilde abisinin karşısına dikilirken Edward sinirlenerek kardeşine bakmıştı.

“Şimdi sırası değil dedim Louis, zamanı gelince kızını göreceksin. Senin artık burada işin kalmadı, saraya dönmeni istiyorum. Saraya geldiğimde sana nerede olduğunu söyleyeceğim.” Louis’in gözleri abisinin sözleri ile dolmuştu.

“Abi yapma, sana yalvarmamı istiyorsan yalvarırım ama bana kızımı ver.”

“Saraya git Louis, söz veriyorum kızına kavuşacaksın.” Louis abisinin kararlı olduğunu görünce dediğini yaparak odadan çıkıp, saraya gitmek için hazırlıklara başlamıştı. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki kimse zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Elizabeth iyileşmiş yatağından çıkmıştı. Adrian sürekli prensesin etrafında dolanırken saraydaki hizmetliler prensesi gördüğü yerde selamlayarak ağzından çıkanları emir sayıyordu.

“Prenses Elizabeth?” hizmetliler büyük bir dikkatle genç kızı incelerken prenses onlara hafif gülümsemişti.

“Bir şey mi oldu?”

“Prens Adrian size bu elbiseyi gönderdi. Yarın ki taç giyme töreninde bunu giymenizi rica ediyor.” Elizabeth hizmetlilerin elinde tuttuğu alev kırmızısı elbiseye tek kaşını kaldırarak bakmıştı. Elbise çok güzeldi. Rengi göz alıyordu. Kızların tedirginliğini anladığında yeninden gülümsemişti.

“Elbiseyi şuraya asabilirsiniz, teşekkür ederim.” Genç kızlar elbiseyi asar asmaz hızla odadan dışarıya çıkmıştı. Elizabeth onların kendisinden çekindiğini anlayabiliyordu. Savaş meydanında olanları herkes duymuştu. Odanın penceresine doğru ilerlerken odasının kapısı yeniden açılmıştı.

“Vay canına bu bebeği nereden buldun?” Flora izin almadan odaya girdiğinde asılı olan elbiseyi görünce ıslık çalmıştı. Elizabeth onun bu hareketine gülmeden edememişti.

“Taze kral adayı gönderdi.”

“Yani müstakbel enişte…”

“Flora!” Elizabeth ablasını uyarırken Flora ona aldırmayarak elbiseyi incelemeye almıştı.

“Eniştemiz oldukça zevkliymiş, elbise üzerinde harika görünecek. Elizabeth ona cevap vermeyerek pencereden dışarıyı izlerken Flora onun yanına giderek dikkatle kardeşini incelemeye başlamıştı.

“Lizzy daha ne kadar saklanacaksın!” Elizabeth’in sorusu ile Flora odanın içine bakınmaya başlamıştı. Birkaç saniye içinde yüzü asılı bir şekilde görünen Lizzy ablalarına doğru ilerledi.

“Burada olduğumu nasıl anladın?”

“Sesli bir şekilde soluklanıyorsun?” Elizabeth kardeşine dönerek başını salladı. Genç kız iki ablasının ortasına girerek onlar gibi bahçeyi izlemeye başlamıştı. Dışarıda yarın ki tören için hummalı bir çalışma vardı.

“Yarın için heyecanlı mısınız?” Flora kardeşine dönerek gülümsemişti.

“Heyecanlı olması gereken kişi Elizabeth, yarın büyük ihtimalle kraliçe seçilecek.”

“Sanmıyorum.” Elizabeth içinde olan şüpheye anlam veremiyordu. bir şeyler yolunda gitmiyordu. Bunu hissedebiliyordu.

“Neden öyle söyledin?” Flora iyice Elizabeth’e dönerek dikkatle onu izliyordu.

“Benimki sadece bir his, yarın bir kraliçe seçilecekse o kişinin ben olacağımı sanmıyorum.”

“Babam buna izin vermez.” Elizabeth ablasının sözlerine gülmeden edememişti.

“Babamın buna karışacağını sanmıyorum. Memnun bile olur.”

“Elizabeth?” genç kız kardeşlerinin üzgün çıkan sesi karşısında toparlanarak onlara döndü.

“Beni boş verin de siz ne yapıyorsunuz? Sander ile durumlar nasıl?” Flora kızın sorusu ile kaşlarını çatmıştı.

“Ne durumu, ne demeye çalışıyorsun Elizabeth?” genç kızın ani çıkışı ile Elizabeth kahkaha atmıştı.

“Hadi ama beni kandırabileceğini mi sanıyorsun? İkizin arasındaki çekimi herkes fark edebiliyor.”

“Saçmalama Elizabeth, yok öyle bir şey.”

“İnkar etmenin bir faydası yok Flora, sen geri durdukça o sana asla gelmeyecektir. Hoşlanmadığından değil, kendini sana layık görmediğinden!”

“Elizabeth!” Elizabeth omzunu silkerken onun bu hareketine Lizzy gülünce bu kez hedefe küçük prenses takılmıştı.

“Sen neye gülüyorsun Lizzy, Ewan ile aranız nasıl?” prensesin gülümsemesi yüzünde donarken kaşları anında çatılmıştı.

“Ewan mı? O aptal ile aram nasıl olabilir ki?”

“Küçük prenses kızardı, görüyor musun Elizabeth, Albert dayının oğlu Lizzy’nin dikkatini çekmiş.”

“Yok öyle bir şey.”

“O yüzden mi her gün onu görmeye gidiyorsun?” Elizabeth’in sorusu ile odada sessizlik olmuştu.

“Kim söyledi bunu, yalan söylüyor.”

“Lizzy, kimsenin söylemeyeceğini biliyorsun. Çünkü kimsenin seni görmesi mümkün değil. Bu yaptığın çok yanlış. Geçen hancının kızının üzerine su döktün. Kız ne olduğunu bile anlayamadı. Sivillere zarar vermek yasak biliyorsun.” Lizzy’in yüzü asılırken Flora kardeşine sarılarak onu teselli etmeye çalışmıştı.

“Ama o da Ewan’a sırnaşıyordu.” Kızın sözleri ile ikili gülerken bir süre sonra derin bir iç çekerek yeniden dışarıdaki hazırlıkları izlemeye başladılar. Ertesi gün oldukça yoğun ve yorucu geçecekti. Gün boyu üç prenses birlikte vakit geçirmişti. Sarayda birlikte gezmiş, hazırlıkları birlikte takip etmişti. Sarayda onları görenler prenseslere hayranlıkla bakarken kıskanç gözlerle de bakanlar vardı. Özellikle kraliçelik hayali kuranlar Elizabeth’i göz hapsine almıştı. Prenses üzerinde ki bakışların yoğunluğundan gerilse de belli etmemeye çalışmıştı. Saray dışına çıktıklarında kendisine doğru koşan hayvanı gördüğünde sevinçle olduğu yerde çömelerek jaguarını beklemişti. Hayvanı görenler korkuyla kaçışırken Elizabeth mutlulukla korumasına sarılmıştı.

“Gölge, kızım sen burada mıydın?” hayvan prensesin omuzlarına ön ayaklarını koyarak genç kıza sarılırken Flora ve Lizzy şaşkınlıkla ikiliye bakmıştı.

“Seni anlıyor.” Elizabeth şaşkın olan kardeşlerine gülerek bakmıştı.

“Elbette beni anlıyor. Gölge çok zeki bir hayvan.”

“Neyse, bu kadar sevgi gösterisi yeter, çalışanlar korkudan kaçıp gitti. Onu odana götür.” Elizabeth etrafına göz atarken, kendisine korkuyla bakan çalışanları fark edince yerinden doğrularak onlara hitaben konuşmuştu.

“Korkmayın, zararsızdır. Tabi bana zarar vermeye kalkmadığınız sürece. İşinize dönebilirsiniz.” Prenses Gölge ile sarayın koridorlarında ilerlerken önüne çıkan kızla duraksamıştı. Kızın bakışlarında ki bariz nefret duygusu okunabiliyordu.

“Bir şey mi istemiştiniz?”

“Evet, saraydan defolup gitmeni istiyorum.” Elizabeth kızın öfkeli sözlerine karşılık sadece gülümsemişti.

“Kim olarak beni fetih ettiğim saraydan kovuyorsunuz?” Elizabeth’in alev alan bakışlarından korksa da genç kız geri adım atmamıştı.

“Prens Adrian’ın nişanlısı ve gelecekteki kraliçe olarak, sizi sarayımda istemiyorum.”

“Demek Adrian’ın nişanlısısın. Peki Adrian’ın bundan haberi var mı?”

“Elbette var, savaşa girmeden önce nişanımız olmuştu!” Elizabeth kızın gözlerinin derinliklerine inerken doğru söylediğini anladığında boşluğa düşmüştü. Prens Adrian kendinde olmadığı dönemde nişanlanmıştı. Başını iki yana sallayarak içindeki huzursuzluğun nedenini anlamıştı. Hafif gülümserken Flora ve Lizzy şaşkınlıkla kardeşlerinin davranışlarını izliyordu.

“Sizi tebrik ederim Hanım Efendi, mutluluklar dilerim.” Elizabeth kızın yanından geçip giderken kalbindeki acıyı dindirmeye çalışıyordu.

“Prenses Elizabeth,” Flora şok olmuş bir şekilde kardeşinin peşinden giderken Lizzy kızı geçer geçmez görünmez olarak peşine takılmıştı. Bu işten hoşlanmamıştı. Doğrunun ne olduğunu öğrenmesi gerekiyordu.

“Elizabeth beni bekle.” Flora prensesi kolunu tutarak onu durdurmuştu.

“Ne?”

“Az önce olanlarda neydi öyle, ne demek mutluluklar dilemek.”

“Duymadın mı Flora, ülkenin yeni kraliçesi olduğunu söyledi.”

“Sende ona inandın mı? Sen ve Adrian eş olarak doğdunuz.”

“Bunun bir önemi kalmadı, kız doğru söylüyordu. Adrian onunla nişanlandı.”

“Bu mümkün değil.” Flora kardeşini sakinleştirmek için elinden geleni yapsa da Elizabeth’in boş bakışları karşısında çaresiz kalmıştı. Adrian ile konuşması gerekiyordu.

“Sakın! Sakın Adrian ile konuşayım deme. Bundan sonra ne yapacaksa o yapacak. Bakalım seçimi ne olacak.” Elizabeth arkasını dönerek odasına giderken Flora üzgün bir şekilde arkasından bakmıştı.

“Prenses Flora, neden burada bekliyorsunuz?” Flora arkasından gelen tok sesle ağır bir şekilde sesin sahibine dönmüştü.

“Sander, sen ne zaman geldin?” genç adam kızın yüzüne dikkatle bakarak duraksamıştı.

“Bir sorun mu var prenses?” Flora kardeşine üzülse de karşısında ki adama bir şey söylememişti. Bu Elizabeth ve Adiran’ın çözeceği bir sorundu.

“Hayır, önemli bir şey yok.” Adam inanmasa da Flora’nın yanına yaklaşarak prensesle yürümeye başlamıştı.

“Nasılsınız? Alanda yaptıklarınız tüm ülkenin dilinde.”

“Ben bir şey yapmadım. Felisa’nın her zamanki basit hamleleriydi. Kaç kez kendini geliştirmesini söylemiştim oysa.”

“İyi ki de sizi dinlememiş. Yoksa zarar görebilirdiniz.” Flora genç adamın sözleri ile duraksamıştı. Bakışları genç adama dönerken Sander prensesten gözlerini kaçırmıştı.

“Endişelenme Sander, zayıf görünebilirim ama kendimi savunmayı başarabilirim.”

“Bundan hiç şüphem yok prenses,” Sander gözlerini kızın gözlerine sabitlerken Flora yutkunmadan edememişti. İkisi de sessizdi. İkisi de düşüncelerini söyleyecek kadar cesur değildi. Flora göz temasını keserek önden yürümeye başladı.

“Heyecanlı mısın, yarın arkadaşım kral olacak.”

“O zaten doğduğundan beri bu unvanı taşıyordu. Sadece taç giymesi geç oldu.”

“Anlıyorum, peki sen ne yapacaksın? Burada mı kalacaksın yoksa bizimle dönecek misin?” Sander kızın sorusu ile gerilmişti. Adrian’ın emri ne olursa onu yerine getirecekti. Cevap vermesi uzun sürünce Flora hafif gülümseyerek genç adamı geride bırakarak hızlı adımlarla kendisine tahsis edilen odaya girmişti.

***

Adrian eski işlemeli boy aynasının karşısına geçmiş üzerinde ki kraliyet üniformasına bakarken düşünceliydi. Üzerinde ki bu kıyafet sorumluluklarının arttığının en büyük kanıtıydı. Cübbesi, yandan kemeri ve kraliyeti temsil eden sarı kırmızı çizgili flaması ile oldukça gösterişli bir pelerin omzundan aşağıya sarkıyordu.

“Hazır mısın?” Annesi odasına girdiğinde ona dönmüştü. Almira oğlunu hazırlanmış görünce olduğu yerde duraksamıştı. Gözleri gururla anında dolarken bir yandan da oğlundan ayrılacağı için üzüntülü halini göstermeden yapamıyordu.

“Nasıl görünüyorum prenses?”

“Tıpkı dayına benziyorsun. Şuanda karşımda Edward’ın taç törenindeki hali duruyor sanki.”

“O kadar benziyor muyuz anne,” Almira başını sallarken Adrian devam etmişti. “Umarım dayım gibi bilge bir kral olurum.”

“Olacaksın Adrian, adaletli bir kral olacaksın.” Almira oğlunun kıyafetini düzeltirken baş hizmetlinin çağrısı ile taç giyme zamanının geldiğini anlamışlardı. Adiran arkasında en yakın arkadaşları, yanında annesi ve diğer yanında Ronald ile tahtta doğru ilerlemeye başlamıştı. Dayısı hemen Tahttın yanında Alexis’in arkasında bekliyordu.

Alexis!

Bir devir kapanıyordu. Ne kadar istemeseler de tacı devreden kraldan almak zorundaydı. Dayısının töreni yapmasını istese de bunun mümkün olmadığının farkındaydı. Tahtta çıkan merdivenleri aşarak babası olacak adamın karşısında diz çökmüştü. Alexis başında ki tacı çıkararak havaya kaldırmıştı.

“Bu tacı uzun yıllardır taşıyan ben, Kral Alexis, artık tacı gerçek sahibine iade ediyorum. Prens Adrian, tek varisim ve yeni kralınıza selam verin!” Alexis tacı prensin başına takarken törene katılan yetkililer ve diğerleri “Çok yaşa kral Adrian” diye tezahürat yapmaya başlamıştı. Alexis elini kaldırarak herkesi sustururken eski kralın son sözlerini dinlemeye başladılar.

“Taç giyme yapıldığına göre sıra yeni kralınızın kendine kraliçesini seçmesine geldi. Biliyorsunuz ki bir süredir Adrian’ın eşi sarayda kalıyor. Sizi yeni kraliçeniz ile tanıştırayım!” Adrian şaşkınlıkla babası olacak adama bakarken bakışları salona giren kıza takılmıştı. Kızın kırmızı elbisesinin etekleri yerleri süpürürken Adiran heyecanla kızın bedeninden yüzüne doğru çıkarken bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Görmeyi beklediği yüzün yerine tanımadığı bir kızı görmek Adrian’ın bedenini öfkeyle kabartmıştı. Eline verilen kılıcı kınından çıkararak kıza doğru ilerlerken kendisini korkulu gözlerle izleyen kişilerin farkında bile değildi. Kılıcı kızın boynuna dayarken salondan büyük bir çığlık kopmuştu.

“Sende kimsin?” kız korkuyla yeni krala bakarken titreyerek konuşmuştu.

“Ben sizin nişanlınız Sonya’yım kralım.” Adrian onu duymuyordu bile. Gözleri Elizabeth’te olması gereken elbisenin üzerine dolanıp dururken kılıcı biraz daha bastırmıştı.

“Bu elbiseyi nereden aldın? Elizabeth nerede?” Edward olanları sessiz bir şekilde izlerken Adrian’ın ne yapacağını gözlemliyordu.

“Prenses Elizabeth’i dünden beri hiç görmedim. Bu elbiseyi bana siz gönderdiniz!” Adrian kızın gözlerinden Elizabeth ile yaptığı konuşmayı okuyabiliyordu. Öfkesi bedeninde sığmazken içten içe Elizabeth’in saraydan ayrıldığını biliyordu. Prenses asla sahiplenici olmamıştı. Oysaki onlar eşti. Düşündükçe daha da delirmişti. Yüzü alev alırken kılıcından çıkan alevler davetlileri korkudan geriye sıçratmıştı. Kız korkuyla yere yığılırken Adrian kontrol edemediği öfkesi ile bedeni ateşler içinde yanarken babası olacak adama dönmüştü. Alexis korkuyla geri adım atarken Adiran üzerine doğru yürümeye devam etti.

“Az önceki saçmalığı bir kereliğine unutuyorum. Kraliçemi ben seçerim, sen değil. Şu aptala söyle kraliçe olabileceğini düşünüyorsa hayal kuruyor.” Gözlerinden taşan alevler etrafta küçük yangınlar çıkarırken pelerini yanmaya başlamıştı. Kral umursamadan kalabalığa dönerek adeta kükremişti.

“Herkes beni iyi dinlesin. Kimse kral Adrian’ın kraliçesine karar vermeye kalkmasın. Benim kraliçemin kim olacağı bellidir. Bu tören burada bitmiştir. Kraliçemi almaya gidiyorum!” Adrian alev saça saça tören salonundan çıkarken arkasından korkmuş gözlerle izleyenler rahat bir nefes almıştı. Kraliçe olarak ilan edilen kız korkudan baygınlık geçirirken Edward Alexis’e dönerek konuştu.

“Sana kötü bir haberim var Alexis, düşmanınla dünür olmak zorundasın. Hala anlayamadın mı? O ikisi eş olarak doğdu, biri olmadan diğerinin gücü biter. Gözüm hep üzerinde olacak. Kızıma zarar vermeye kalkarsan bil ki Adrian da aynı zararı görür.” Alexis kral Edward’ın arkasından şaşkınlıkla bakarken saray yetkilileri çoktan itiraz etmeye başlamıştı. Bilmedikleri ise itirazlarının asla işe yaramayacağıydı.

***

O kadar emeğe küçük bir yorumu çok görmeyin lütfen. hikayeleri yüze yakın kişi beğeniyor ama yorum beş altı kişi. Hadi hikayeye yazacak bir şey bulamıyorsunuz bari eline sağlık deyin. Yorumlar azaldıkça yazmakta keyifsiz oluyor. Bizler acaba ne yorum yapacaklar diyerek bölüm yazan kişileriz. Anlayış için teşekkürler.

32.BÖLÜM <<<<<——>>>>>> 34.BÖLÜM

15590cookie-checkAsil Kan 33. Bölüm

26 yorum

  1. Ya bölüm harikaydi şu Adrian ile Elizabeth artık eş olsalarda bizde rahatlasak valla germ gerim geriliyorum okurken yeni bölümü heyecanla bekliyorum

  2. Ellerine emeğine sağlık çok güzeldi
    Bakalım adrian prensesi ikna edebilecek mi
    Yeni bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum

  3. Elizabeth bence o elbiseyi giyip çıkmalıydı, evet güçleri harika ama bazen sadece onlara güvenmek doğruyu göstermeyebilir.

  4. Eline emeğine sağlık. Kitabın yavaş yavaş sona ulaşması beni çok üzüyor . Merak ediyorum Flora ile Lizzy’nin hikayeleri olacak mı?

  5. Elizabeth Adrian’ın suçu olmadığını biliyor ama yine de nazlanıyor. Onu sevdiğini ne zaman kabullenecek acaba?

  6. Yazarım, sana bir kez daha hayran kaldım şu an. Gereksiz uzatma yapmıyorsun. Bir an orda, Elizabet’in yaptığı şey yüzünden Adrien’ın o kadınla evleneceğini, işlerin sarpa saracağını falan filan uzayacağını bekledim ama olmadı ve yine kendini sevdirmenin yolunu bulun.

  7. Ellerine sağlık canım çok güzel bir bölümdü bakalım adria ne yapacak cariye nadya kraliçe seçisin artık mutluluk onunda hakkı

  8. Bölüm için teşekkürler harikaydi emeğine sağlık Yazarcigim ❤️ Adrian çok iyi yaptı ama artık evlenseler dkdmdmzms. Edward kraliçe olarak Nadia’yi seçer umarım ya üzülmesini istemiyorum. Louis’in kızını da sabırsızlıkla bekliyorum ya üzülüyorum ogrenemedi bir türlü . Yazarcigim lizzy ve Flora’nin evliliklerini de görür muyuz gorelim ne olur

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir