Merhaba arkadaşlar. Umarım bölümü beğenirsiniz. Bir önceki bölüme yorum yapan herkese çok teşekkür ederim. Ayrıca ÜSAO hikayesi youtube kanalında seslendirilmeye başladı. Dinlemek isteyenler için aşağıya link bırakacağım. Keyifli okumalar!
***
Attığı her adımda ondan korkarak geri çekilen insanlara karşı gözleri kör olmuştu. Ardından seslenen kardeşini bile duyacak durumda değildi. Atı aldığı enerjiden şaha kalkarken Elizabeth hayvanın tedirginliğini önemsemeyerek üzerine atladığı gibi kimseyi beklemeden yola koyulmuştu. Drew arkasından seslense de sesini duyuramamıştı. Saray kapısı açılıp dışarı çıktığında ise Elizabeth’in uzaktan görüntüsünü güçlükle seçebilmişti.
“Neler oluyor Drew?” Drew arkasını döndüğünde amcası ile karşılaşmıştı.
“Annemi kaçırdılar, Elizabeth çıldırmış gibiydi. Yapacaklarından korkuyorum.”
“Anneni kaçırdılar ve sen bu kadar rahatsın öyle mi?” Louis kapanan saray kapısına dikkat kesilirken Drew ona cevap vermişti.
“Anneme zarar vermeye cüret edemezler. Kimse kral Edward’ı karşısına almaya cesaret edemez. Annem iyi olacak.”
“Bu kadar emin olma Drew, babana rağmen anneni kaçırdıysalar kaybedecek bir şeyleri yok demektir.” Drew saraydan ayrılamayacağı için askerlerine ve hayvan dostlarına Elizabeth’in peşinden gitmesi için emir vermişti. Ona beklemekten başka bir şey düşmüyordu. Genç adam saraya giderken kendisine doğru uçan şahine bakmıştı. Kolunu kaldırarak şahini davet ederken hayvan genç adamın koluna konarak gözlerine bakmıştı. Louis dikkatle yeğenini hayvanla olan sessiz konuşmasını izlemişti. Kuşla konuştuktan sonra hızla saraya giren genç adam arkasından seslenen Louis’e aldırış etmemişti. Adımları koridorlarda hızlanırken sarayın alt kısımlarına inen merdivenlere yöneldiğinde Louis duraksadı.
“Drew, nereye? Orası yasaklı bölge!” dediğinde Drew adama aldırmayarak koşarak merdivenleri inmeye başladı.
“Drew, hemen oradan dışarıya çık!” Louis cevap alamayınca mecbur yeğeninin peşinden merdivenlere yönelmişti. Her adımında gözünün önüne insanlara yapılan işkenceler gelmişti. İnsanların acı dolu çığlıklar bedenine zarar veriyordu. Nefesi sıklaşırken Drew’e yetişmek için elinden geleni yapmıştı. Kulağına dolan öfkeli sesle Louis duraksadı.
“Sana son kez soruyorum, annem nerede?” Drew’in sesi duvarlarda yankılanırken karşıdan beklenen cevap gelmişti.
“Bilmiyorum!”
“Bana yalan söylemeyi bırak Gerald, cevap ver bana.” Kraliçenin babası genç adama alaycı bir şekilde bakarken Drew delirmek üzereydi.
“Çok ayıp Drew, dedene bu şekilde davranmamalısın.”
“Sen benim dedem değilsin Gerald. Kral Edward’ın öfkesinden hiç mi korkmadın? Bu yaptığın senin idamına neden olacak!”
“Kaybedecek bir şeyim yok, giderken Edward en değer verdiği eşini kaybedecek.”
“Bunu yapamazsın, annemin yerini söyle Gerald!” Drew sabrı taşmış bir şekilde adama bakarken Louis sonunda genç adamın yanına gelmişti.
“Bakın burada kim varmış, Prens Louis sonunda sarayınıza dönmüşsünüz.” Louis yıllardır görmediği adama kısa bir bakış atarak başını iki yana sallamıştı.
“Gerald, yıllar sana yaramamış. Tıpkı kraliçe gibi sende yaşlanmışsın.”
“Kraliçe nerede?” Adam kızının sözünü duyunca ileri atılmıştı. Drew amcasının alaycı tavrı karşısında duraksarken Louis devam etti.
“Kraliçe mi? Hangi kraliçe, Barbara artık dünyasını karanlık perdeden izleyecek. Ben olsam Edward gibi merhametli olmazdım. Sadece gözlerini almakla kalmazdım, kellesini alırdım ama bu son olanlardan sonra Barbara başından da olacak.”
“Yalan söylüyorsun, kızıma dokunamazsın, kızım emin ellerde.” Louis adamın hiçbir şeyden haberi olmadığını anladığında daha da keyiflenmişti.
“Alexis kaybetti Gerald, krallığı elinden alındı. Yerine oğlu Adrian geçti. Yani yeğenim…”
“Yalan söylüyorsun!”
“Kuşların sana doğru bilgi vermemiş anlaşılan. Kraliçe Barbara ve ona yardım eden herkes cezalandırıldı. Bu son yaptığın hata ile kızının idamını onayladın.”
“Yalan…”
“Ah doğru söylüyorum. Biz elbette Nadia’yı bulacağız ama sonrasını hiç düşündün mü? Sen kralın hanımına el uzattın.”
“Benim kızım acı çektiyse o da çekecek. Edward’ta acılar içinde kavrulacak.” Drew adamın sözlerine sinirlenerek elini kaldırmış ve tek hareketi ile Gerald’ı nereden geldiği belli olmayan yılanın çemberine almıştı.
“Annem nerede?” Gerald korkuyla ağzı açık bedenine dolanmış yılana bakarken yutkunmadan edememişti.
“Asla onu bulamayacaksınız!” Drew gözlerini kapatarak arkasını dönmüştü.
“Afiyet olsun dostum!” Louis şaşkınlıkla yeğeninin zindandan çıkışını izlerken kulaklarına acı dolu çığlıklar gelince başını çevirmiş ve yılanın adamın bedeninde bıraktığı ısırıkları görmüştü. Adımları hızla kapıya yöneldiğinde Gerald’ın çığlıkları yükselmiş sonrada kesilmişti. Drew saray koridorunda hızla ilerlerken babasına ne cevap vereceğini düşünüyordu. Kral Edward bunun hesabını hepimize soracaktı.
“Drew, beni bekle!”
“Amca işim var, sonra konuşalım.” Louis genç adamın arkasından üzgün bir şekilde bakarken başını iki yana sallamıştı. Böyle eli kolu bağlı oturmak ona göre değildi. Güçlerini geri kazandığına göre elinden gelen her şeyi yapacaktı. Saraydan ayrılmadan önce Drew’e son gelen bilgileri aldı.
***
Genç kız tamamen hislerine yönelik hareket ediyordu. Son zamanlarda Nadia annesinde ki durgunluğun elbette farkındaydı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdide düşmanın elinde acı çekiyordu. Elizabeth bedenine yayılan öfkeyi bastırmak için kendini zorlarken aklı bir türlü almıyordu. Kimin böyle bir aptallığa karıştığını bilmiyordu ama cezalarını kesmek genç kıza keyif verecekti. İz sürmek için ilk durağı Nadia’nın ağabeyinin kaldığı ev olmuştu. Ortalık savaş alanına dönmüş gibi darmadağınık duruyordu. Atından hızla inip koşarak kapısı açık eve girdi. Etrafa bakınırken duyduğu inleme sesi ile bakışları masanın altında ki bedene kaydı.
“Albert dayı?” Elizabeth acı içindeki adamı masanın altından çıkarırken oldukça dikkatli davranıyordu.
“Prenses?” adam güçlükle genç kıza bakarken yüzünde rahatlamanın verdiği heyecanla elini uzatmıştı.
“Ne oldu burada? Nadia annem nerede?” Bir ihtimal hislerinin ve duyduklarının yalan olmasını umut etmişti.
“Onu aldılar, engelleyemedim, Nadia’yı aldılar.” Elizabeth adama su içirirken dişlerini sıkmıştı. “Askerler neredeydi?”
“Askerlerden bazıları bize saldıranlara katıldı. Onu koruyamadım!” Elizabeth adamın arkasına yerdeki yastığı koyarken güçlükle kendine hakim olmuştu.
“Onları tanıyor musun? Kim olduklarını söylediler mi?” adam derin bir nefes alarak genç kıza cevap vermişti.
“Askerleri daha önce kraliçenin yanında görmüştüm. Ben…” Adam öksürerek geriye yaslandığında Elizabeth onun için iyice endişelenmişti.
“Sakin ol Albert dayı, iyi olacaksın. Kraliçenin askerleri olduğuna emin misin?” Adam başını sallarken Elizabeth sıkıntıyla gözlerini kapattı. Kapı ağzında ses duyunca bakışları o yöne çevrilmişti. Askerlerini görünce onlara adamı saraya götürmeleri için emir verdi. Kapıya yöneldiğinde Albert’in “Ewan peşlerinde prenses, onu tutamadım. Adamlar kalabalıktı,” dediğinde Elizabeth başını sallamıştı.
“Merak etmeyin, Nadia annemi de oğlunuzu da sağ salim getireceğim.”
“Dikkat edin prenses yanlarında güçleri olan adamlar vardı.” Elizabeth kapıdan çıkar çıkmaz ıslık çalarak atını yanına çağırmıştı. Atına atladığında ondan önce ileri atılan Gölge ve ona eşlik eden yırtıcı kedi grubuyla yola koyuldular. Elizabeth’in şuanda tek tesellisi Nadia’nın iyi olduğuna dair olan hisleriydi. Ona okuma gücünü verdiğinde Nadia ile arasında bir bağ oluşmuştu. Annesinin başı dahi ağrısa prenses hisseder olmuştu.
Yolunda ilerlerken annesinin dışında babasının bu olay karşısında göstereceği tepki vardı!
***
“Yürü artık kadın, boş yere geriye bakıp durma kimse seni bulamayacak!” Nadia başına gelenlere inanamıyordu. Saraya döneceği sırada birden saldırıya uğramışlardı. Kendisine zarar vermemiş olsalar da abisine ve diğer insanlara hiç acımamışlardı. Gözünden yaş eksilmezken güçlükle yürüyordu. Saatlerdir yoldaydılar ve adamlar sürekli yol değiştiriyorlardı.
“Beni bırakın, kral Edward bu yaptığınızı yanınıza koymayacak.”
“Kral Edward yeni kraliçesi ile ilgilenecektir, seni arayacağını sanmıyorum.” Nadia hassas olduğu konu hakkında yapılan yorum sonrası duraksamıştı. Sessiz gözyaşları akıtırken yolunu göremeyerek yere kapaklanmıştı. Ağzından kaçan acı çığlıkla nefesi kesilirken ayağında ki kocaman yaraya baktı.
“Biraz dinlenelim, yürüyecek halim kalmadı!”
“Sürünerek de olsa sınır bölgesine ulaşmalıyız. Ondan sonra hepimiz özgür olacağız.” Adam gülerek kadına bakarken Nadia onların kim olduğunu anlamaya çalışıyordu.
“Beni neden kaçırdınız? Benim bir değerim yok! Basit bir cariyeyim sadece!”
“Basit mi? Gelecekteki Travuz kralının annesisin. Duyduğumuza göre Kral Edward sana çok değer veriyormuş.”
“Bana değer verseydi sence de beni kraliçesi yapmaz mıydı?” adamlar birbirine bakarken Nadia kanayan ayağına bakmıştı. Elbisesinin alt kısmını yırtarak ayağına sarmaya çalışırken adamlar birbirine bakarak genç kadını oturduğu yerden kaldırmıştı.
“Yürüyerek gidecek durumda değil, bu şekilde bizi yavaşlatacaktır. Yakalanabiliriz!” Adamlardan biri konuşurken diğeri ona cevap vermişti.
“Sarayda prens Drew’den başka kimse kalmadı. Hepsi Alexis’in sarayında!”
“Yine de sınırı geçmek için acele etmeliyiz.” Nadia yanağından akan yaşı elinin tersi ile silerken gözüne takılan karartı ile duraksamıştı. Yüzünde garip bir gülümseme ulaşırken gülümsemesi kahkahaya dönüşmüştü.
“Neden gülüyor bu kadın?” adam Nadia’yı kılıcının ucu ile dürterken Nadia’nın gözünün takıldığı yere askerler dönmüştü. Adamlar gördüğü şeyle yutkunarak bir adım geri çekilirken Nadia hala deli gibi gülüyordu. Hem gülüyor hem de yanağından aşağıya sicim gibi yaşlar akıyordu.
“Bunlarda nereden çıktı?” Nadia etrafında ki hışırtılardan sarıldıklarını anlamıştı. Kendini sırt üstü yere bırakarak gökyüzüne buğulu gözlerle bakmıştı. İki eli birden karnına giderken omuzları sarsıntıyla titriyordu.
“Beni bırakırsanız size bir şey yapmayacaklar.” Adamlar kadının sözleri ile ona dönmüştü. Etrafında daha önce görmediği korkutucu hayvanlar tarafından sarılmıştı. Dişlerinin keskinliği onları korkutsa da kadının yanlarında olması adamları biraz olsun cesaretlendiriyordu.
“Söyle çekilsinler, yolu açsınlar!”
“Onlar sadece prens Drew’i dinlerler, ben onlarla konuşamam!” Nadia sözlerini bitirdiğinde üzerlerine yükselen karanlık gölge ile ona yakın asker başını yukarıya doğru kaldırmıştı. İki başlı dev yılan üzerlerinde dikilirken Nadia bile korkudan yutkunmuştu.
“Buda ne?” askerlerden bir kaçı geri kaçarken yere düştüğünde bu kez ormanın derinliklerinden yükselen çıta sesiyle titremeye başlamıştı.
“Biz neye bulaştık böyle, hani bu kadını kimse aramazdı!”
“Kim demişse yalan söylemiş!” Ewan hayvanlardan cesaret alarak öne çıkarken Nadia yalnız olmadığını bilerek rahatlamıştı. Ewan’ın sesi bile onu rahatlatmaya yetmişti.
“Ewan, sen…”
“Halacım, iyi misin?” Ewan endişeyle ileri atılmak istemiş ama adam kılıcını genç kadının boynuna dayayınca yerinde duraksamıştı. Nadia gözlerini kapatırken beyninde yankılanan sesle gözleri aniden açılmıştı.
“Elizabeth!” adam kadının söylediği isimle hızla ona döndü.
“Elizabeth? Prenses Elizabeth mi?”
“Gidin buradan!” Nadia adamları uyarsa da kimsenin onu taktığı yoktu.
“Kral Edward dahi gelse seni kimse alamaz. Gerçi o şimdi Alexis’in sarayında alem yapıyordur. Ne de olsa yeğeni yeni kral oldu. Biraz keyfine bakmalı değil mi?” Ormanın içinden hızla öne atılan Gölge ile askerler çember oluştururken hayvanın tehditkar bakışlarında altında cesur olmaya çalışıyorlardı.
“Sizi uyarmıştım, şimdi ben bile onu durduramam.”
Karanlık ormanın derinliğinde ilerleyen genç kız tüm güçlerini kullanıyordu. Nadia’nın izini bir tazı gibi araştırırken ormanın içinden duyduğu zayıf seslere odaklanmıştı. Duyuları tamamen Nadia’nın düşüncelerine odaklanmış durumdaydı. Ondan alabileceği en küçük ses bile genç kıza yeterdi. Ve o sesi beşinci iz sürümünde duymuştu. Bedeninin rahatlaması ile sesin izinde ilerleyerek küçük açıklıkta olan kalabalığa dikkat kesmişti. Drew’in küçük ordusu avını yakalamış gibi etrafı sarmıştı. Gölgenin ileri atılması ile o çok duymak istediği sesi sonunda duymuştu. Nadia’nın sözlerini duyduğunda neredeyse ağlayacak durumdaydı.
Annesi iyiydi!
Genç kız atının üzerinde ağır bir şekilde ormanın içinden çıkarken onu gören adamlar kılıçlarına sarılsa da içlerinde ki korkuyu iliklerine kadar hissedebiliyordu. Bedeni dik bir şekilde olsa da gözlerinden dışarıya alevler çıkıyordu.
“Sen… Sen de kimsin?” adamlardan biri elinde kılıcı ile ileri çıksa da ellerinin titreyişini saklayamıyordu.
“Kim olduğumu bildiğine eminim…”
“Yaklaşma!” Nadia’nın boynunda ki kılıcı adam daha da bastırırken Elizabeth’in gözleri iyice kararmıştı.
“Elizabeth, bana bak hayatım. Değmez!” Nadia genç kıza sesini duyuramadığını fark edince ilk kez endişelenmişti.
“Eğer o kılıcı hemen annemin boynundan çekmezsen seni lime lime ederim.” Elizabeth’in buzdan sesi kırbaç gibi ortamda yankılanırken adamlar korksa da geri adım atmamıştı.
“Asıl sen buradan gitmezsen bu kadını hemen öldürürüm.” Elizabeth ağır bir şekilde atından inerken bedeninden yükselen rüzgarı herkes hissetmeye başlamıştı. Ağaçların korkunç sesi adamları ürpertirken gerilerden gelen fırtınanın habercisi gibiydi.
“Seni son kez uyarıyorum, teslim olun ölümünüz kolay olsun!” Elizabeth’in sözlerinden korksalar da adamlar geri adım atmaya yanaşmıyordu. Genç kız avucunu yukarıya kaldırarak alevlerin yükselmesini sağlarken adamlardan bazıları geriye kaçmıştı.
“Hemen… O… Kılıcı indir!” prenses o kadar tehditkârdı ki Nadia’nın boynundaki kılıcı tutan titreyince genç kadının etini kesmişti. Prenses kanı gördüğünde gözü dönmüş bir şekilde adama doğru hamle yapmış ama hamlesi yarı yolda engellenmişti. Elizabeth kendisini engelleyen kişiyi görmek için arkasına baktığında yutkunarak geri adımladı. İşte şimdi yanmışlardı!
“O benim!”
“Baba!”
“Edward!” Elizabeth ve Nadia aynı anda adamı görünce yutkunmuştu. Edward olanları duyunca hemen yola koyulmuştu. Nadia’yı ararken neredeyse çıldıracak durumdaydı. Gözleri dönmüş bir şekilde etraftakileri izlerken avına kilitlenmiş bir avcı gibiydi. Kralı ilk kez bu kadar öfkeli görenler ondan korkarak geride kalmıştı. Kimse ona yaklaşmaya cesaret edememişti. Askerler Edward’ı görünce neredeyse korkudan kalp krizi geçirecekti.
“Siz benim kadınıma dokunmaya cüret ettiniz, Affedilemez!” dediğinde ağzından çıkan sözle Nadia’nın boynuna kılıç tutan adam kendi boğazını keserek yere yığılmıştı. Yan tarafına devrilen adamı gören Nadia korkudan çığlık atarken Edward elini bile kıpırdatmadan adamların gözlerine odaklanarak kendi kendilerini öldürmelerini sağlamıştı. Sadece askerlerin başını sağ bırakarak onu ibretlik için saraya götürecekti.
“Anne!” Elizabeth yerde çığlık çığlığa bağıran kadına doğru koşarken Edward atından inerek başka kimsenin olup olmadığından emin olarak karısına doğru ilerlemişti. Nadia ellerini kulaklarına koyarak gözlerini kapatmış çığlık atıyordu. Elizabeth genç kadını kollarının arasına çekerek sakinleştirmeye çalışmış ama başarılı olamamıştı.
“Anne, geçti… Lütfen sakin ol…” prenses kollarının arasından çekip alınan kadına bakarken babası ile göz göze gelmişti.
“Nadia, buradayım!” Edward’ın sesini duyan kadın gözlerini aralayarak kendisine endişeli bakan gözlere odaklanmıştı. Elleri titreyerek adamın yanağına ulaşırken Edward rahatlamanın verdiği duygu ile gözlerini kapatmıştı. Alnını karısının alnına dayayarak genç kadını hissetmeye çalışmıştı. Onun iyi olduğuna inanmak için buna ihtiyacı vardı.
“Edward, buradasın.” Nadia kocasının hafif gülümsemesini görünce sinir boşalması ile hıçkırıklara boğulmuştu. Güvendeydi… Kocası ve Elizabeth yanındaydı!
“Saraya dönüyoruz!” Edward Nadia’yı kucağına alarak atına doğru ilerlerken Nadia kollarını sıkıca kralın boynuna dolamıştı. Bedeni hala titrerken Edward ona bu korkuyu yaşatanlardan hesabını sormaya yemin etmişti. Biliyordu ki adamlar tek başına değildi. Nadia’dan yükselen inleme ile duraksayan adam kadını yere bırakarak bedenini kontrol etmeye başlamıştı. O kadar odaklanmıştı ki Nadia’nın onu izlediğini bile fark edememişti.
“Ben iyiyim kralım!” sesi fısıltı gibi çıksa da Edward onu duymuştu. Başını yavaşça kaldırarak genç kadına bakarken onun gözlerindeki korkunun hala orada olduğunu görmek kralı yeniden sinirlendirmişti.
“Saraydan ayrılmamalıydın!”
“Affedin, ben sadece nefes almak istemiştim.”
“Bunu sonra konuşacağız.” Edward kadının sarılı ayağındaki bez parçasını çözerek yarayı incelemeye başlamıştı. Yaranın derinliğini fark edince dişlerini sıkan adam kadının sözlerini duydu.
“Göründüğü kadar kötü değil Kralım!”
“İz kalacak!” Nadia kralın soğuk sesiyle ürpermişti. Bakışları ayağına dönerken o da kral gibi düşünüyordu. Ayağı iyileşse bile yaranın izi kalacaktı. Gözlerini kapatarak acıyı içine çekerken kulaklarına yeniden Edward’ın sözleri dolmuştu.
“Cariyelerin bedeninde iz olamaz!” Elizabeth şaşkınlıkla babasına bakarken Edward donuk bakışları ile yeniden Nadia’ya bakarak onu kucağına almıştı. Atının üzerine yerleştirdikten sonra Elizabeth’e Ewan’ı işaret ederek yola koyulmuştu. Elizabeth’in ise aklına babasının son sözleri takılmıştı.
‘Cariyelerin bedeninde yara izi olamaz!’ babasının düşüncelerine girmek istemiş ama karşılaştığı tek ses babasının sinirli uyarısı olmuştu.
***
Nadia saraya kadar oldukça sessiz kalan kralın düşüncelerini merak ediyordu. Gözü arada sızlayan ayağına takılsa da sorumsuzluğunun bedeli olarak görüyordu. O yara saraydan ayrılmasına neden olabilirdi. Kralın kendisini göndereceğinden artık emin olmaya başlamıştı. Eli karnına giderken bir süredir şüphelendiği durumun gerçek olmaması için dua etmeye başlamıştı. Saray dışında asil kan doğurması bebeğine haksızlık olurdu. Gözüne dolan yaşları geri göndermeye çalışırken farkında olmadan iç çekmişti.
“Ağlama!” Nadia beyninde yankılanan sesle duraksamıştı. Daha önce duymadığı bir sesti. Merakla etrafına bakınırken Edward kadını sabitleyerek “Kıpırdayıp durma, düşeceksin,” uyarısı ile duraksamıştı.
“Az önce sen mi konuştun?” Nadia merakla sorarken Edward ona cevap vermeyerek yeniden sessizleşmişti. Nadia kocasının kendisiyle konuşmaması karşısında iyice umutsuzluğa düşmüştü. Grup saraya yaklaştığında Nadia uzaktan yıllardır evi olan yüksek duvarlara bakmıştı. Burayı özler miydi bilmiyordu ama kendini düşmemesi için sıkıca tutan adamı özleyeceği kesindi. Edward olmadan nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Yanağından yeniden yaş akarken yine o yabancı sesi duymuştu.
“Annecim, ağlama!” Nadia farkına vardığı gerçekle ürpermişti. Eli karnında daha da baskı uygularken gözlerini kapatarak sessizce ağlamaya başlamıştı. Anne olacaktı, yeniden bebeği olacaktı! On beş yıl sonra yeniden anne olacaktı. Bebeğinin kendisiyle iletişim kurması kadını iyice duygusallaştırmıştı.
“Ağlamayı kes Nadia, saraydan ayrılmak büyük aptallıktı. Özellikle böyle bir zamanda ayrılmak…” Edward’ın kızgın sesi karşısında Nadia kendini sakinleştirmeye çalışmıştı. Evlendiklerinden beri kocası onunla ilk kez bu kadar sert konuşuyordu. Atları sarayın kapısından içeriye sokarken bahçede endişeli bir şekilde bekleyen çocuklarını gördüler. Drew, Lizzy ve Flora annesinin sağ salim saraya getirildiğini görünce derin bir rahatlama yaşamıştı.
“Annecim,” Lizzy öne atılırken Drew ondan önce davranarak annesini attan aşağıya indirmişti. Edward öfkeli bir şekilde atından inerek oğlunun kollarında ki kadını yeniden kendi kollarına almıştı.
“Bu sorumsuzluğun hesabını sonra vereceksin Drew, şimdi prenses Almira’yı çağır.” Drew yutkunarak bakışlarını kaçırırken sarayın bahçesine giren Elizabeth ve Ewan’ı görenler onlara yönelmişti.
“Elizabeth, iyi misin? Nerelerdeydin birden ortadan kayboldun?” Flora kardeşine ulaşırken Lizzy de Ewan’ın aynına gitmişti.
“Prenses?”
“Yara aldın mı?” Lizzy ilk kez genç adamla ciddi bir şekilde konuşuyordu. Onun ciddi ifadesi karşısında şaşıran Ewan ne söyleyeceğini bilememişti.
“Ben iyiyim prenses, annenizle ilgilenmelisiniz.”
“Dayım şifa bölümünde, yanına uğrarsan iyi olur.” Ewan babasının bulunduğunu öğrenince rahat bir nefes almıştı. Başını sallayarak sarayın şifa bölümüne doğru ilerlerken Lizzy arkasından seslenmişti.
“İyi olmana sevindim Ewan.” Genç adam şaşkınlıkla arkasını döndüğünde kraliyet ailesinin saraya girdiğini görmüştü.
“Elizabeth, onu nasıl buldun?” Flora kardeşine sorarken Elizabeth endişeli bir şekilde ablasına bakmıştı.
“Seninle konuşmam gerekiyor Flora, önemli.” Flora merakla kardeşine bakarken ikili Elizabeth’in odasına doğru ilerledi. Prenses sessizdi. Onun sessizliği Flora’yı da geriyordu.
“Ne oldu Elizabeth?”
“Vücudunda yara izi olan cariyelere ne olur?” Flora yutkunarak prensese bakmıştı.
“Saray kuralları gereği saraydan gönderilir!” Elizabeth ellerini yumruk yaparak arkasını dönmüştü.
“Ne oldu Elizabeth? Annem…” Flora aklına gelen ihtimalle hızla Elizabeth’in önüne geçmişti.
“Annem, yaralandı mı? Yarası ciddi mi?” Elizabeth başını iki yana sallayarak ablasına cevap vermişti.
“Ciddi bir yaralanma değil ama yarasının izi kalacak.” Flora endişeli bir şekilde Elizabeth’e baktıktan sonra annesinin yanına gitmek için hızla odadan çıkmıştı. Koridorda endişeli bir şekilde ilerlerken çarptığı bedenle duraksadı.
“Prenses, iyi misiniz?” Sander Elizabeth ile konuşmak için yanına giderken karşılaştığı Flora’nın perişan halini görünce endişelenmişti.
“Sander, senin burada ne işin var?”
“Biliyorsunuz ki Adrian beni prenses Elizabeth’in emrine verdi. Bundan sonra o nereye ben oraya!” Flora başını sallarken aklına annesi gelince aceleci bir şekilde yürümeye başlamıştı. Annesinin odasına geldiğinde hizmetlinin anons etmesini beklemeden hızla odaya girdi.
“Annecim…” Nadia endişeli olan kızına bakarak hafif gülümsemişti.
“Ben iyiyim Flora, korkmanı gerektirecek bir durum yok.” Flora halasının kontrol ettiği yarayı görünce gözleri dolmuştu.
“Canın çok yanıyor mu?” Nadia başını iki yana sallarken gözleri Almira’ya dönmüştü.
“Ne kadar kötü, iz kalacak mı?” Flora prensese sorarken Nadia bildiği bir cevabı duymak bile istememişti.
“Maalesef, yara iyileşse de izi kalacak.”
“Sen düzeltemez misin?” Almira bakışlarını kaçırarak yutkunmuştu.
“Buna iznim yok, yapmak istesem bile yapamam.”
“Neden?” Flora ağlamaklı bir sesle halasına sorarken aldığı cevapla ikili donup kalmıştı.
“Kralımızın emri, izi silmemi kesinlikle yasakladı.” Nadia gözlerini kapatarak sessiz gözyaşlarını içine akıtırken, “Benden vazgeçti!” düşüncesi ile gözlerini aralayarak kızına bakmıştı. Kızının sessiz yaşlarına kendisinin gözyaşları eklenirken hafif gülümsemişti.
“Anlıyorum, teşekkürler Almira, dinlenmek istiyorum izin verirseniz.” Nadia yatağına uzanarak arkasını döndüğünde bir eli karnında gözlerini kapatmıştı. Gözyaşları sessizce yastığını ıslatırken Almira üzgün bir şekilde anne kıza bakmıştı.
“Üzgünüm Nadia, sana yardım etmeyi çok isterdim.”
“Babam bunu nasıl yapar?” Flora dişlerini sıkarken Nadia arkasını dönmeden konuşmuştu.
“Sen elinden geleni yaptın prenses, şimdi izin verirseniz uyumak istiyorum.”
“Anne…”
“Flora lütfen, yalnız kalmak istiyorum.” Flora annesinin sesinde ki üzüntüyü fark edince onu üstelemeyerek odadan çıkmıştı. Almira ile yan yana yürürken ne yapacağını bilmez durumdaydı. Babası ile konuşmak için taht salonuna giden Flora salondan yükselen sesler ile duraksamıştı. Babası abisine sinirliydi.
“Kralım, lütfen bağışlayın. Cariye Nadia son zamanlarda iyi görünmüyordu. Hava değişiminin ona iyi geleceğini düşünmüştüm.”
“Bu hata affedilmez prens, savaş durumda olan bir ülkenin cariyesi güvenlik önlemi alınmadan saray dışına gönderilemez. Bunun cezası ağırdır.”
“Her türlü cezaya razıyım kralım ancak cariye Nadia’yı affedin. Onun bir suçu yok.”
“Onun suçu benden izinsiz saray dışına çıkması.”
“Ama siz burada değildiniz kralım.”
“Yine de benden izinsiz çıkmamalıydı. Benden haber beklemeliydi.” Flora sessizce ikilinin konuşmasını endişeyle dinlerken abisinin sözleri ile donup kalmıştı.
“Kral Edward, geçici de olsa tahtın sahibi benim. Saraydan dışarıya kimin çıkıp kimin gireceğine karar verecek olan kişi de benim. Siz değil babacım. Görev sürem dolana kadar siz dahil benim emirlerime uymak zorundasınız!” Drew’in sert sözleri ile Flora donup kalmıştı. Babasının abisine bir şey yapacak olması endişesi ile hızla salona girmişti. Edward öylece karşısında dik bir şekilde duran oğluna bakıyordu. Beklemediği çıkış karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Kızması gerekirken Drew’in ani çıkışı Edward’ı mutlu etse de belli etmemek için elinden geleni yapmıştı.
“Sizin bu kararınız kralım, anneniz Cariye Nadia’nın saraydan gönderilmesine neden olsa bile kararınızın arkasında duracak mısınız?” Drew babasının sözleri ile duraksamıştı.
“Saraydan göndermek mi? Saraydan gönderilecek bir kabahat işlemedi annem!”
“Unutuyorsunuz geçici kral Drew, anneniz bile olsa bedeninde iz olan bir cariye sarayda kalamaz.” Drew yutkunarak arkada duran Flora’ya bakmıştı.
“Flora!” Drew sorar gibi kardeşine baksa da genç kızın bakışları babasının üzerindeydi.
“Siz cariyenizi çoktan gözden çıkarmışsınız kralım. Cariye Nadia saraydan ayrılabilir ama bizler hala onun çocuklarıyız. Yeni kraliçenizi seçerken acele etmeyin, en azından annemin saraydan gönderilmesini bekleyin. Bu şekilde arzunuza bir kılıfta bulmuş olursunuz!” Flora dişlerini sıkarken öfkesine hakim olmaya çalışıyordu.
“Haddinizi bilin prenses, bu konu dışında kalmanız sizin yararınıza olur.” Edward kızın gözlerinden Nadia’nın sözlerini okuyabiliyordu. Kadının vaz geçmişliği Edward’ı daha da sinirlendiriyordu.
“Merak etmeyin kralım, ben haddimi bilirim. Bu sadece bir rica, en azından annem iyileşene kadar kraliçe seçmelerini erteleyin. Size üç çocuk veren cariyenize bunu borçlusunuz.” Flora arkasını dönüp giderken Edward bedenini saran öfkeye hakim olmaya çalışıyordu. Drew babasına gözlerini dikerken bir şey söylemeden salondan çıkıp gitmişti. Edward bu zamana kadar ilk kez hissettiği kaybetme korkusuyla nasıl baş edeceğini bilmiyordu. Salonun penceresine giderken saray bahçesinde ki hareketliliği izlemeye başlamıştı. İçi boşalmış gibiydi. Nadia’ya bir şey olacak korkusu hala damarında ki kanda dolaşıyordu.
“Söylemenin zamanı gelmedi mi abi, daha ne kadar beni bekleteceksin?” Edward arkasını döndüğünde Louis’in endişeli halini görünce yüzünü asmıştı. Bunca yıldır evlat hasreti çeken bir adama birde kendisi eziyet ediyordu.
“Hadi gidiyoruz!” Louis heyecanla abisinin peşine takılırken sürekli ona soru soruyordu. Edward ona cevap vermezken kadınlar bölüme doğru ilerlediklerini fark eden Louis duraksamıştı.
“Neden kadınlar dairesine doğru gidiyoruz.”
“Soru sorma beni takip et!” Louis kralın peşinden ilerlerken yüzü asılmıştı. Biran onu kızına götüreceğini düşündüğü için heyecanlanmıştı.
“Gelinimle tanıştın mı Louis, önce onunla tanışmanı istiyorum.” Louis omzunu silkerken Edward gülümsemişti.
“Bu kadar umursamaz olma Louis, bazen umursamadıklarımız bizim için değerli olabilir.” Kralın geldiği kraliçe Karten’in odasına bildirilirken uzanan Katren kocasının yardımı ile yatakta oturur pozisyona gelmişti.
“Kralım, sizi beklemiyorduk.” Katren kalkmaya çalışmış ama Edward onu durdurmuştu.
“İyi olup olmadığını merak ettim. En son seni gördüğümde pek iyi durumda değildin.” Katren üzgün bir şekilde krala bakarken Edward yana çekilerek arkasından odaya giren kardeşini göstermişti.
“Seni kardeşim prens Louis ile tanıştırmak için gelmiştim. Aileye yeniden katıldı.” Katren hafif gülümseyerek adama bakarken adamın dikkatli bakışlarından rahatsız olarak farkında olmadan Drew’e yanaşmıştı. Drew karısının gerildiğini anlayarak ona baktığında amcasının seslenişi ile kaşlarını çatmıştı.
“Mary?” Drew ve Katren adamın gözleri yaşlı bir şekilde Katren’e bakması karşısında dilleri tutulmuştu.
“Louis, şimdi değil.” Louis öne çıkacağı sırada Edward onu durdurmuştu.
“Çekil Edward, o Mary! Görmüyor musun kızım karşımda duruyor!” Edward adamı susturmak istese de başarılı olamamıştı.
“Kızı mı? Neler oluyor baba?” Katren donmuş bir şekilde kendisine ulaşmaya çalışan adama bakarken gözünün önüne gelen bölük pörçük görüntülerle uğraşıyordu. Louis kardeşini aşıp kızına gitmek istiyordu.
“Louis, o hamile… Onu korkutuyorsun!”
“Korkutuyor muyum? Yıllardır ben onu arıyorum ama şu hale bak kızımı nerede buluyorum.” Drew titremeye başlayan karısını kollarının arasına alırken Louis sinirlenerek bağırmıştı.
“Çek o toynaklarını kızımın üzerinden!” Drew şaşkınlıkla amcasına bakarken hala olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Katren’in kendinden geçmesi üzerine Drew onu ayıltmaya çalışırken Edward hizmetlilere Almira’yı çağırmasını söylemişti. Louis abisinin boşluğundan yararlanarak hızla kızının yanına yaklaşmıştı.. Elleri titreyerek Katren’in yüzünü avuçlarken Drew cevap alabilmek için babasına bakmıştı.
“Baba?”
“Kraliçe Katren, aslında amcanın yıllar önce kaçırılan kızı Mary!”
“Ne?” Drew şaşkınlığını gizleyemezken Louis kızına sesini duyurmaya çalışıyordu.
“Mary, aç gözlerini.” Adam ağlayarak kızının yüzünün her bir yerini öperken bir yandan da abisine bakmaya çalışıyordu.
“Şuna bak Edward, ne kadar da büyümüş. Tıpkı annesi Elois’e benziyor.”
“Louis, onu sarsmamalısın. Katren hamile!”
“Ona Katren deyip durma onun adı Mary!” Louis sesini yükseltirken odaya telaşla giren Almira şaşkınlıkla abisine bakmıştı.
“Neler oluyor?” Edward omzunu silkeleyerek kız kardeşine cevap vermişti.
“Tanıştırayım Almira, bu Bayan Katren diğer bir adı ile prenses Mary. Yani yeğenin!”
“Anlamadım?”
“Mary, Louis’in kızı ve bizim yeni kraliçemiz.” Louis abisinin son sözleri ile yaşadığı farkındalık karşısında duraksamıştı. Başını yavaş bir şekilde Drew’e çevirirken genç adam yutkunarak babasının ardına geçmişti.
“Kızımı oğlunla mı evlendirdin?” Edward kardeşinin sorusu karşısında oldukça sakin bir şekilde cevap vermişti.
“Bir sakıncası mı vardı?”
“O benim kızım bana sormadan nasıl onu evlendirirsin.”
“Saraya geldiğinde senin kızın değildi Louis, babasından kaçmaya çalışan bir hizmetliydi.”
“Babası mı?” Louis yerini Almira’ya bırakarak hızla yerinden kalkmıştı. Edward’ın karşısına dikelerek parmağını sallamaya başladı.
“Kim? Benim kızımı kim sarayda hizmetli olacak kadar korkuttu?”
“Kızını hiç karının ailesinde aradın mı Louis, yoksa ülkenin her bir yerini arayıp dayısı olacak adama sormadın mı?” Louis dişlerini sıkarak kapıya yönelmişti.
“Onu öldüreceğim. Bana kızımı görmediğini söylemişti. Bunca yıl ben acı içinde kıvranırken o kızımı benden sakladı.”
“Louis, şimdi gidersen onun istediğini verirsin. Kızın seni tanımadı!” prens babasının arkasından çıkarak amcasının karşısına geçmişti. Louis yeğenine şüpheyle bakarken Drew başı dik bir şekilde adamın gözlerine odaklanmıştı.
“Katren ya da Mary, adının ne olduğu önemli değil. O benim karım ve kimsenin onu üzmesine izin vermeyeceğim. Bu siz olsanız bile cezasını çekersiniz. Katren hamile ve zor bir hamilelik geçiriyor. Onun iyiliği için lütfen üzerine gitmeyin.” Louis baygın olan kızına bakarken başı önde odadan çıkmıştı. Edward onun çektiği acıyı anlayabiliyordu. Almira genç kadını muayene ederken ciddi bir durumu olmadığını söyleyerek asıl endişelendiği kişinin yanına gitmeye karar vermişti.
“Kralım, bir ara cariyenizin yanına uğrasanız iyi olur. Durumu pek iyi değil.” Edward kardeşine bakarken oldukça soğukkanlıydı.
“Zaman bulunca giderim.”
“Abi…”
“Bu konuya karışma Almira, sorumsuz davranışının cezası olmak zorunda.”
“Onu gönderecek misin?” Almira şaşkınlıkla abisine bakarken Edward cevap vermeyerek odadan çıkıp gitmişti.
“Annemi gönderecek!”
***
Sizce kral Nadia’yı gönderir mi? Bu kez çok kızdı Edward!
34.BÖLÜM <<<<<<——>>>>>> 36.BÖLÜM
Edward ne yapacağını şaşırmış durumda umarım bu işin sonunda yanlış bir karar vermez
Katılıyorum, gider ayak (finale yaklaşıyoruz ya) onların ayrılıklarının şokunu yaşamayalım.
Şahsen öyle bir şey olursa ikinci kitabın temellerini atıyor diye algılarım
Acayip hareketli bir bölümdü, bir solukta okudum. Nadia için üzülüyorum ama bence kral onunla evlenecek, onun için kuralları bile değiştirebilir bence
Bende öyle olmasını umuyorum, İNŞALLAH.
Çok hareketli ve çok güzel bir bölümdü yeni bölümde neler olacak merakla bekliyorum ellerine emeğine sağlık yazarcım
Göndermesin ya
Ellerine emeğine sağlık çok güzeldi
Bakalım yeni bölümlerde bizi neler bekliyor
Bölüm için teşekkürler ❤️ Kral göndermeyecek bence sadece korkup aynısını yapmasin diye yapıyor bence sonradan yarayı iyileştirip kralıce seçecek ayrıca Nadia’nin hamile olduğunu tahmin ediyordum ve gerçek çıktı çok sevindim yaa ❤️❤️ ah Katren’a üzüldüm ya babasından ayrı kaldı yetmedi bunu yapan dayısı ;( :@ .
İnşallah kral nadia’yı göndermez
Edward nadia göndermez sanmıyorum sadece cezalandırıyor birde bu bölüm hiç Adrian yoktu keşke onu da okusaydık çok güzel bölümdü haftaya bizi neler bekliyor umarim nadia beni gönderecek diye kimseye haber vermeden çekip gitmez Edward bunun olmasına izin vermesin artık
Flora bi çare bulur belki bitkilrierden iz kalma meselesine
yaa bu edwarda haksızlık adamı hiç kimse anlamıyor