Bölümü biraz geç yayınladım. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar!
***
Elizabeth düşünceli bir şekilde odasındaki pencereden dışarıya bakarken son günlerde olanları düşünüyordu. Zaman çabuk geçiyordu ve neredeyse bir aydır saray oldukça sakindi. Nadia annesi bir süredir sessizce odasında oturuyor ve dışarıya adımını atmıyordu. Elizabeth onun saraydan gönderilmeyi beklediğini biliyordu. Ağzıyla söylemese de Elizabeth bunu okuyabiliyordu. Saray hizmetlileri durumun garipliğini sorgulasa da sesli bir şekilde kimse dile getiremiyordu. Nadia’nın odasından çıkmaması ve sarayda eskisi gibi kimseyi ağırlamaması koridorlarda dedikodu konusu olurken bu zaman zarfında kral Edward’ın da cariyeyi görmeye gitmemesi olayların tuzu biberi oluyordu. Odanın kapısının tıklatılmasıyla başı kapıya dönmüştü.
“Gelin,” Elizabeth’in seslenmesi ile odasına başı önde Lizzy girmişti. Elizabeth kardeşinin bu davranışına kaşlarını çattı.
“Prenses Lizzy, ne oldu?” Lizzy başını kaldırdığında neredeyse ağlamak üzereydi. Koşarak Elizabeth’e sarıldığında Elizabeth şaşkınlıkla donup kalmıştı.
“Anneme yardım et Elizabeth, babamı bir tek sen ikna edersin.” Elizabeth gerilirken Lizzy’den ayrılarak yüzünü kavramıştı. Göz göze gelen ikili bir süre sessiz kalırken genç kız kardeşinin gözlerinden koridorlarda dönen konuşmaları onunda duyduğunu anlamıştı.
“Ne oldu Lizzy,” diye sormasının tek nedeni düşüncelerini okuduğunu belli etmemek içindi.
“Saray yetkilileri yarın saraya yeni kraliçe adaylarını getirecekmiş. Babam da onlara bir şey söylemiyor. Annem odasından çıkmıyor. Yanına gittiğimizde konuşmuyor.” Elizabeth başını sallayarak genç kızı kollarının arasına çekmişti.
“Korkma Lizzy, Nadia anne iyi olacak. Belki de saraydan ayrılması onun içi daha iyi olacaktır.” Lizzy hızla geri çekildiğinde öfkeyle ablasına baktı.
“Sen ne dediğinin farkında mısın? Anneme için bunu nasıl söylersin? O aramızda en çok seni seviyordu.” Elizabeth kızın ani çıkışı ile göz kırpmıştı.
“Lizzy anneni yanında istiyor musun?” Lizzy başını hızla sallarken Elizabeth devam etmişti.
“O zaman bırak babam onu göndersin.” Lizzy anlamadığını bakışlarından belli ederken Elizabeth gülerek ona bakıyordu.
“Sen ne planlıyorsun?”
“Bırak annem gitsin Lizzy, inan babam onu kendi elleri ile geri getirecek.” Elizabeth’in sözleri ile genç kız yutkunurken ona güvenmekten başka bir şey gelmiyordu elinden. İki kardeş birlikte odadan çıkarken koridorda prensesleri yan yana görenler selam vererek yana çekiliyordu. Elizabeth sarayda belli bir hazırlığın yapıldığına dair gözlemlediği olayları başını iki yana sallayarak karşılamıştı. Anlaşılan babası bir işler çeviriyordu. Ya da gerçekten Nadia annesinden vazgeçmişti. Oysa savaşa gitmeden önce ona olan sevgisinden o kadar emindi ki… Bakışları yanında yürüyen kardeşine kaydığında derin bir iç çekti. Daha on beş yaşında olan kardeşinin annesinden ayrılmasını istemiyordu.
“Prenses Elizabeth, Lizzy nereye böyle?” Flora iki kardeşini düşünceli bir şekilde koridorda görünce seslenmeden edememişti.
“Cariye Nadia’yı ziyaret edeceğiz. Sende bize katılır mısın?” Flora annesinin adını duyunca yüzünü asmıştı. Annesinin son zamanlarda içine kapanması Flora’yı da üzüyordu. Başını sallayarak onlara katılırken üç prenses önce Flora annelerinin odasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Elizabeth onların düşüncelerini okuyabiliyordu. İki prenseste annelerinin gönderilmesinden korkuyordu.
“Hanımım, prenses Flora, Elizabeth ve Lizzy teşrif ettiler,” hizmetlinin haber vermesi ile üç prenseste genç kadının odasına girmişti. Nadia zoraki bir gülümseme ile yerinde doğrularak onları karşılarken dikkatle kızlarına bakmıştı. Elizabeth onun ne yaptığını elbette biliyordu. Kızlarının düşüncelerini okuduğu da yüzünün asılmasından belliydi.
“Annecim, bu gün nasılsın?” Lizzy hızla kadının yanına oturarak sarılmıştı. Nadia kızının hareketine içten bir şekilde gülümseyerek karşılık vermişti.
“Daha iyiyim prenses, beni merak etmeyin. Yakında saraydan ayrılacağım.” Elizabeth kadının gözlerinden okuduğu şeyle dişlerini sıkarken Flora kaşlarını çatarak annesine bakmıştı.
“Saraydan ayrılmakta ne oluyor, hem babam buna izin vermez.” Nadia buruk bir gülümseme ile ya tarafta duran parşömeni göstererek “Emir geldi, kendimi iyi hissettiğim an saraydan ayrılmam gerekiyor.” Elizabeth başını sallayarak kadını onaylamıştı.
“Anlıyorum, eğer iznin olursa anne bir süre seninle olmak istiyorum.”
“Bu mümkün değil Elizabeth, sen sarayın prensesisin. Bu kandansın.”
“Sende bu sarayın cariyesi, kralın karısısın.” Nadia alaycı bir şekilde genç kıza gülümseyerek elinde ki kağıdı sallamıştı.
“Bu kağıda göre artık değilim.” Elizabeth’in elleri yanda yumruk olurken Flora ve Lizzy çoktan ağlamaya başlamıştı.
“Babamın bu kadar acımasız olduğuna inanamıyorum. Seni nasıl gönderir. Bunca yıl bir dediğini iki etmedin, saraydan izinsizde çıkmadın ama seni cezalandırmaktan geri kalmıyor.”
“Flora, sarayda kalmama imkan yok. Babanın elinden bir şey gelmez artık. Kurallar gereği burada kalamam.” Nadia ayağında ki yara izini işaret ederken Lizzy hızla yerinden kalkmıştı.
“Bu saçmalık, küçük bir iz yüzünden nasıl saraydan gönderilirsin. Evlenmek mi istiyor evlensin ama seni de bizden ayırmasın.”
“Babanız evleniyor mu?” Nadia yutkunarak sorduğu soruyla prenseslere bakmıştı. Flora kardeşine ters bakışlar atarken Elizabeth derin bir iç çekerek konuştu.
“Yarın kraliçelik için seçilen adaylar gelecekmiş. Bu yüzden burada kalmanı istemiyorum anne.” İki prenses Elizabeth’in sözleri ile hızla ona dönmüştü.
“Sen ne dediğinin farkında mısın?” Elizabeth gözlerini Nadia’ya dikerek bakmıştı. ‘Bana güven anne,’ diye onu düşüncelerinde sakinleştirirken Nadia beyninde yankılanan sözlerle gülümsemişti.
“Haklısın prenses, burada kalmam için bir neden kalmadı artık. Nereye gönderileceğimi kralınızdan öğrenirseniz hemen, bu gün gitmek istiyorum.”
“Ama anne!” Flora öne çıkarken Elizabeth onu durdurmuştu.
“Abla, lütfen dediğimi yapın. Annemin hazırlanmasına yardım edin bende gideceğimizi bildireyim.” Flora dikkatle kardeşine bakarken pes etmişti. Elizabeth ısrar ediyorsa altında muhakkak plan olmalıydı. İki prenses annelerini hazırlayacağını söylediğinde Elizabeth odadan çıkarak babasını bulmak için ilerlerken aklı karma karışıktı. Babasının bu kadar çabuk karısını göndermek istemesi altında farklı bir amaç olduğunu düşünüyordu. Nitekim annesinin azli bile daha uzun sürmüştü. Kralın toplantı salonunda olduğunu öğrenen genç kız adımlarını o yöne doğru çevirmişti. Salon kapısından anons edilerek içeri girdiğinde babası, abisi ve Ronald amcası oturmuş kağıtları inceliyordu.
“Prenses, bir sorun mu vardı?” Edward kızının gözlerine bakarak sorunca Elizabeth zihnini boşaltarak babasının okumasına izin vermemişti.
“Sizinle önemli bir konuda konuşacaktım.” Edward kızının düşüncelerini okuyamadığı için gözlerini kısıp onu incelemişti.
“Konuşabilirsin, prens ve Ronald’tan gizli olduğunu sanmıyorum.”
“Elbette değil kralım, sadece Nadia annem hakkında ne karar verdiğinizi öğrenmek istemiştim. Malum son zamanlarda onunla görüşme fırsatınız olmamış bu yüzden ben sormak istedim. Beklemek zordur biliyorsunuz.”
“Henüz bir karar vermedim, verince kararım eline ulaşacaktır.”
“Kralım, bu yaptığınız haksızlık değil mi?” Edward kızının sözleri ile hızla yerinden kalkmıştı.
“Ne söylemeye çalışıyorsun, açıkça söyle Elizabeth?” Elizabeth babasını sinirlendirdiğinin farkındaydı. Geri adım atmayarak devam etmişti.
“Neredeyse bir aydır bir karar veremediniz. Ölüm korkusunu hisseden bir kadına bu şekilde eziyet etmeniz büyük haksızlık kralım. Cariye Nadia odasına kapanmış hakkındaki hükmü bekliyor. Bu durumun ona ne hissettireceğini hiç düşünmüyor musunuz? Gönderecekseniz de hemen gönderin ki stresten hasta olmasın. En azından hayatını bir düzen sokar!” Edward öfkeyle kızına bakarak kükremişti.
“Ne zamandan beri bana akıl verir oldun Elizabeth?” Elizabeth babasının sert sözleri ile gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalışmıştı. Anlaşılan babasının annesine gelen bildiriden haberi yoktu. Öyleyse babası cezayı hak ediyordu. İmalı bir şekilde gülümseyerek babasına bakınca Edward gerilmişti. Kral olsa da son olaylardan sonra kızının bakışlarından çekinmeden edememişti. Gözleri çakışan ikili Drew’in araya girmesi ile ona döndü.
“Prenses, lütfen siz bu işe karışmayın.”
“Neyse konumuz bu değil, ben sizden izin almak için gelmiştim. Bir süre saraydan ayrılmam gerekiyor. Gelmişken bu konu hakkında da konuşmak istemiştim.”
“Bu konu seni ilgilendirmez Elizabeth, uzak dur. Saraydan neden ayrılmak istiyorsun?”
“Önemli bir bilgi aldım onu kontrol etmem gerekiyor. Kendi askerlerimi yanıma alacağım. Çok uzun sürmeyecek merak etmeyin.” Edward şüpheyle kızına baksa da aklından geçenleri okuyamamıştı. Bu durum kralı daha da endişelendiriyordu. Elizabeth gün geçtikçe daha da güçlenir olmuştu.
“Gelecek hafta burada olmalısınız prenses, komşu ülke kralı bizi ziyarete gelecek. Senin de burada olman gerekiyor.” Babasının sözleri ile bu kez Elizabeth gerilmişti.
“Elimden geleni yaparım kralım. Umarım başarılı bir ziyaret olur.”
“Bizde öyle umuyoruz. Anlaşma yapabilirsek kan bağıyla iki ülke bağlanacak!” Edward’ın sözleri ile Drew şaşkınlıkla araya girmişti.
“Kan bağımı, hani prensesleri bu tür evliliklere zorlamayacaktınız.”
“Prenseslerin evleneceğini söylemedim. Gerekirse uygun olan saray yetkililerinin kızları da toplantı sonrası yapılacak davette bulunacak.” Elizabeth kimin geleceğini bilmiyordu ama tahmin ettiği kişi gelirse genç kızın elinden çekeceği vardı.
“Ben artık çıkayım kralım, gitmeden sizi görmek isterdim acil çıkmam gerekiyor.” Kral kızını onaylarken Drew kardeşine şüpheyle bakmıştı. Kapıya kadar prensese eşlik ederken Elizabeth abisine kaşlarını çatarak baktı.
“Neden beni geçiriyorsun?”
“Ne karıştırıyorsun Elizabeth?” İkili aynı anda sorarken Elizabeth derin bir iç çekmişti.
“Yakında anlarsın abi, ama bu sürede bana yardımcı olman gerek.” Drew yine başlarına iş açılacağını düşünse de Elizabeth’e güveniyordu.
“Sağ salim geri gel Elizabeth, saray zaten karışık durumda.” Elizabeth babasına kısa bir bakış atarak abisine eğilerek konuştu. Babasının kendilerini dinlemediğine emin olduğunda ise asıl sormak istediğini sormuştu.
“Yarın kraliçe adaylarının saraya geleceği doğru mu?” Drew kardeşinin sorusu ile duraksamıştı. Daha önce bu konunun konuşulduğunu elbette duymuştu ama babası karar vermemişti henüz!
“Henüz buna karar verilmedi, sen nereden duydun bunu?” Drew merakla sorarken Elizabeth bununda bir yıpratma oyunu olduğunu anlamıştı. Anlaşılan saray tam olarak temizlenememişti. Özellikle babasının mührünün taklit edilerek annesine gönderilen bildirinin hesabını soracaktı. Tabi önceliği babasına bir ders vermek olacaktı. Annesini ihmal ettiği günlerin acısını ondan çıkaracaktı.
Özellikle böyle hassas bir dönemde!
Genç kız odasına giderek ihtiyaç duyabileceği birkaç eşyasını aldıktan sonra Sander’e haber vererek hazırlanmasını söylemişti. Nadia yanlarında olacağı için askerleri de almaya karar vermişti. Saraydan çok fazla uzaklaşmak gibi bir niyeti yoktu. Nitekim annesini uzun yolculuğa sokamazdı. Nadia’nın odasına gittiğinde hazır olduğunu görünce gülümseyerek ona baktı.
“Kendini nasıl hissediyorsun anne?” Nadia farkında olmadan eli karnına giderek gülümsemişti.
“Daha iyiyim, yola çıkabiliriz. Krala ayrılacağımızı söyleyip çıkabiliriz.”
“Gerek yok anne, ben babamla konuştum. Önemli bir konu hakkında yetkililerle toplantı yapıyor. Biz çıkabiliriz.” Nadia duyduğu sözlerle üzülürken Lizzy atılarak sormuştu.
“Ne yani, annemi son bir kez görmek için gelmeyecek mi?”
“Lizzy, sakin ol canım.”
“Ama anne, babamın bu yaptığı doğru değil. En azından seni nereye göndereceğini bilmeliydik.”
“Merak etme hayatım, ziyarete gelmeniz için size haber göndereceğim. Hadi çıkalım Elizabeth!” Nadia güçlükle duygularını bastırmaya çalışıyordu. Edward’ın kendinden bu kadar vazgeçmesi ister istemez seven kalbini yaralıyordu. Hizmetlilerin hazırladığı birkaç sandığı alan adamlar saray bahçesinde hazır bekleyen arabaya taşımıştı. Nadia için hazırlanan bir diğer at arabası ise genç kadının geri dönüp saraya bakmasını sağlamıştı. Hüzünlü bir gülümseme ile saraya bakarak yanında duran kızlarına dönerken onlara sarılarak arabaya binmişti. Arabanın içinde yalnız olduğu için artık gözyaşlarını saklamasına gerek yoktu.
“Ağlama anne, doğunca babama çok kızacağım.” Nadia elini karnına koyarak bebeğin sözlerine gülmüştü.
“Sen doğunca baban çok sevinecektir.” Nadia sözlerinin anlamını fark edince yeniden ağlamaya başlamıştı. bebeğin varlığını Edward bilmiyordu. Belki de söyleseydi onun yanında kalması için bir şans olurdu. Ama artık çok geçti, saraydan ayrılmış ve geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. At arabası sallandıkça genç kadının hala taze olan yarası sızlamıştı. Nadia neden hala yaranın kabuk tutmadığını anlayamıyordu. Şimdiye kadar iyileşmesi gerekiyordu.
“Acıdı mı anne?” bebeğin sorusu ile Nadia kendini toparlamaya çalıştı.
“Çok değil bebeğim, geçecek korkma.”
“Ben acımasına izin vermeyeceğim.” Nadia düşüncelerine sıçan konuşmayla gözlerini kapatmıştı. Eliyle camı kapatan perdeyi hafif aralayarak geride bıraktıkları yolu izlemeye başlamıştı. Yollar ona tanıdık gelirken bakışları etrafını saran askerlerdeydi. Elizabeth bu kez tedbiri sıkı tutmuştu anlaşılan. Önce atın üzerinde ilerleyen Elizabeth’i görünce içi sıcacık olmuştu. Kendi kızlarının yeri ayrıyken Elizabeth onun için farklı bir yerdeydi. Kendi kızı olsaydı belki de onu sevdiği kadar sevemezdi. Küçüklüğünden beri prensesin ona olan sevgisi Nadia’nın kendini işe yarar hissetmesini sağlıyordu. Üç çocuğuna rağmen Nadia sadece Elizabeth’in kendine ihtiyacı olduğunu hissetmişti. İhtiyaç duyulur olmak genç kadın için mutluluk verici bir duyguydu.
“Bak bebeğim, şu güzel kız senin ablan prenses Elizabeth, ben olmasam da o seni mutlaka sevip koruyacaktır.” Eliyle karnını okşarken bebeğin seslenmesi ile gerilmişti.
“Elizabeth abla,” dediğinde Nadia yutkunarak hızla kendisine dönen prensese bakmıştı. Elizabeth atını yavaşlatarak arabanın kendisine doğru yaklaşmasını beklemişti. Nadia ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Bebeğin ablasıyla da iletişime geçeceğini düşünememişti. Prenses Nadia’nın gerginliğini fark edince onu rahatlatmak için gülümsemişti.
“Bu kadar düşünmemelisin, küçük prens ablasıyla ilk kez konuşmuyor.” Nadia şaşkınlıkla iki elini de karnına bastırmıştı.
“Prens mi?” Nadia’nın nefesi adeta tıkanmıştı. Karnında ki bebeğin erkek olma düşüncesi bile genç kadını heyecanlandırmaya yetmişti. İki prensesi vardı elbette onları da çok seviyordu ama oğluna bir yardımcı gelecek olması Nadia’yı heyecanlandırmaya yetmişti.
“Evet, kardeşim erkek olacak anne, ama onun iyiliği senin elinde. Sakin olmalı ve strese girmemelisin. Üzülme diyemem ama en azından kardeşim için düşüncelerini toparla. Her şey yoluna girecek.” Nadia yanağından akan yaşı hızla silerek başını sallamıştı. Bakışları etrafa kaydığında “Nereye gidiyoruz Elizabeth, burası çok tanıdık geliyor,” dedi.
“Ronald’ın kulübesine gidiyoruz. Bu halde uzun yola çıkamazsın. Orada bir süre dinlendikten sonra saraya döneceğiz.” Nadia kızın sözleri ile kaşlarını çatarak ona bakmıştı.
“Saraya mı döneceğiz, nasıl?”
“Orası da bende kalsın. Senden tek bir isteğim olacak, babam geldiğinde onu hemen affetme.”
“Prenses sen neden bahsediyorsun?”
“Zamanı geldiğinde anlayacaksın Nadia anne, hadi sen biraz dinlen. Az kaldı kulübeye.” Nadia kızın atına vurarak öne çıkması ile pencerenin perdesini kapatarak geniş koltuğa uzanmıştı. Bakışları arabanın tavanına takıldığında düşüncelere dalmıştı. Elizabeth’in sözlerini düşünmeden edemiyordu.
“Sen ne dersin bebeğim, baban bizi almaya gelecek mi?” dediğinde gülümsemeden edememişti. Umut etmek bile genç kadına iyi geliyordu. Umut ruhun aydınlanması, güçlenmesine yardımcı oluyordu.
***
Genç adam sinirli bir şekilde koridorda ilerlerken babası ile karşılaştığında burnundan soluyordu. Gözlerini kapatarak aklından geçen kötü senaryoları kovmaya çalıştı.
“Drew, neler oluyor?”
“Baba, amcamla konuşmanı istiyorum. Yeter artık, neredeyse bir aydır karımın yanına yaklaştırmıyor beni.” Edward oğlunun sinirli sözleri karşısında gülmeden edememişti.
“Bırak kızıyla vakit geçirsin Drewi, yıllardır kızını görmüyor.” Drew babasına ters bir şekilde bakarken başını iki yana sallamıştı.
“Ne yani o yıllardır kızını görmüyor diye ben mi yıllarca karımdan ayrı kalayım. Katren hamile ve bana ihtiyacı var. Beni görünce amcam odada tavuk kışkışlar gibi kışkışlıyor.” Edward oğlunun benzetmesine gülerken Drew derin bir nefes almıştı. Katren ayıldıktan sonra babası olduğunu söyleyen adamı hemen yanına çağırmıştı. Bir süre konuşan ikili Katren’in çocukken babasına olan düşkünlüğünü hatırlaması ile kısa bir ağlama nöbeti geçirdikten sonra Louis kızını biran olsun yalnız bırakmamıştı. Katren gerçek adının Elois olduğunu öğrendiğinde ise beyninde dolaşan zayıf görüntüleri hatırlamaya başlamıştı. Üstelik Drew ile akraba olduklarını öğrendiğinde hem şaşırmış hem de ne yapacağını bilememişti. Edward’a ise Louis’in kızı olmasına rağmen neden gücü olmadığını sorduğunda aldığı tek yanıt babasının elinden gücünün alındığı dönemlerde doğduğu olmuştu. Katren bu duruma üzülmemişti. Bazen krala ve kocasına acıyordu. Normal bir insan olarak yaşaman Katren’e göre ona verilen bir nimetti.
“Biraz anlayışlı ol Drew,” diyen kral konuşmasına devam edecekken yanından geçen hizmetlinin düşüncelerini duyunca öfkeyle ona dönmüştü.
“Az önce ne dedin sen?” hizmetli kralın sorusu ile korkup geri çekilmişti.
“Ben bir şey söylemedim kralım… Ben…” Edward adamın düşüncelerini okuduğunu belli edemeyeceği için hızla kadınlar bölümüne gitmişti.
“Baba neler oluyor?” Kral Nadia’nın odasına hışımla girerken odanın toplanmış hali karşısında ellerini yumruk yapmıştı. Kapıda bekleyen hizmetliyi adeta kükreyerek odaya çağırmıştı.
“Hanımın nerede?” hizmetli şaşkın bir şekilde krala bakarken Edward öfkeyle hizmetliye bağırmıştı.
“Sana bir soru sordum, Cariye Nadia nerede?” hizmetli korkuyla başını eğerken titrek sesle cevap vermişti.
“Saraydan ayrıldı kralım.”
“Ne demek saraydan ayrıldı, ona kim izin verdi?” Edward başını eğen adamdan cevap alamayacağını anladığında Drew’e dönmüştü.
“Sen annenin saraydan ayrıldığını biliyor muydun?” Drew hızla başını iki yana sallarken Edward kanında dolaşan yakıcı ateşle sarayı yerle bir etmek istiyordu.
“Bana hemen prensesleri çağırın!”
“Kralım, prenses Elizabeth cariye Nadia ile birlikte saraydan ayrıldı.” Edward gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalışırken Drew bu kez prensesi babasının elinden kimsenin kurtaramayacağını düşünüyordu.
“Bana Flora ve Lizzy’i çağırın.” Kral odada dört dönerken prenseslerin gelmesini bekliyordu. Flora odaya ilk giren olmuştu.
“Annen nerede?” Flora babasının sorusu ile bir adım geri çekilmişti. Ama gözlerini ondan sakınmadan cevabı da hemen vermişti.
“Emrettiğiniz gibi saraydan ayrıldı kralım, neden nerede olduğunu bana soruyorsunuz?” Edward kızının cevabı ile kaşlarını çatmıştı.
“Sen ne emrinden bahsediyorsun? Ben öyle bir emir vermedim.” Flora babasının hiddetli konuşması karşısında yutkunmadan edememişti.
“Anneme gönderdiğiniz saraydan ayrılma emrinden bahsediyorum kralım. Ayrıca tebrik ederim kraliçeniz olacak adaylar saraya gelmiş.” Edward duydukları ile şaşkınlıktan şaşkınlığa giriyordu. Bakışları Drew’e döndüğünde Drew omzunu silkeleyerek “Sizin bilginiz olduğunu sanıyordum kralım, yetkililer kraliçelik için önerdikleri kızları saraya getirdi. Yarın ki toplantıda size sunacaklardı!” Edward gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalışmıştı. Başını iki yana sallarken gözlerini araladığında Flora ile gözlerini birleştirmişti.
“Annenin bu adaylardan haberi var mıydı?” Flora babasına sinirlense ce cevap vermişti.
“Elbette vardı, size iyi dileklerini sunduğunu iletmemizi istemişti.” Flora’nın son sözlerinin yalan olduğunu Edward elbette anlamıştı ama kızına kızacak durumda değildi. Karısı saraydan ayrılmıştı. Hem de ona veda etmeden.
“Saraydan ayrılırken neden benim haberim olmadı, beni görmesi gerekiyordu.”
“Aslında size veda etmek istemişti…”
“Elizabeth!” Edward’ın sesi sarayda yankılanırken Drew endişeyle prensese bakmıştı.
“Kralım bence asıl mevzu saraydan ayrılma emrini siz cariyenize göndermediyseniz kim gönderdi. Bunu öğrenmeniz gerekmez mi?” Edward odadan dışarıya çıkarken Ronald’a tüm saray yetkililerinin taht salonuna getirilmesini emretmişti. Edward önde Drew hemen arkasında ilerlerken Flora onlara yetişmeye çalışıyordu. Abisine yetişerek genç adamı kolundan yakaladı.
“Neler oluyor Drew, babam neden bu kadar sinirli?” Drew tek kaşını yukarıya kaldırarak genç kıza bakmıştı.
“Sence?”
“Annemi babam göndermedi mi?” Flora kavradığı gerçekle gözlerini büyütürken Drew sıkıntıyla başını sallamıştı.
“Görünüşe göre sarayda hala başına buyruk davranan yetkililer var.” Flora düşünceli bir şekilde abisine bakarak dalgınlıkla konuştu.
“Elizabeth biliyordu, bu yüzden annemi götürdü.”
“Bir de o konu var, Elizabeth bu kez babamı çok kızdırdı. Annemi saraydan çıkarmakla büyük hata yaptı.”
“Bu kadar emin olma, eğer annem saraydan gitmeseydi babam onun yanına gelmezdi. Üstelik annem son zamanlarda hiç iyi değil. Saraydan çıkmak ona daha iyi gelecek.” Drew kardeşinin sözleri ile endişelenmişti.
“Annemin nesi vardı, hasta mıydı?”
“Sen de babamda onu çok ihmal ettiniz. Sen amcamla çocukça tartışırken bir annen olduğunu unuttun. Üstelik o kadın hayatının en büyük korkusunu yaşamıştı. Onu yalnız bıraktınız. Belki de gerçekten saraydan ayrılması en iyisidir.” Flora fikrini belli ederken babasının onu duyduğundan habersizdi. Edward kızının sözleri ile kendine lanet etmeye başlamıştı. Flora haklıydı, Nadia büyük bir korku yaşamışken kendi aklınca ona ceza kesmişti. Yanına gitmeyerek kadını yokluğu ile cezalandırmıştı. Yalnız kalmasına neden olmuştu. Hızla taht odasından içeriye girerek yerine geçerken yetkili bakanlar koşarak iki yana sıra haline geçmişti.
“Benim karıma azledildiğine dair bildiriyi kim göndermeye cüret etti?” Edward tek tek adamlara göz gezdirirken öfkesi iyice artıyordu.
“Kralım?”
“Size bir soru sordum, kim benim mührümü taklit ederek karımın saraydan gitmesine neden oldu?” Kralın sözleri ile adamlar birbirine bakarken Drew salona girerek babasının yanına yerini almıştı.
“Kralım, cariye Nadia’nın sarayda kalmasına olanak yoktu. Biliyorsunuz ki kurallar gereği bedeninde kusur olan bir kadın kraliyet ailesinde kalamaz.”
“Sen miydin?” Kral konuşan adama odaklanırken adam korkuyla başını iki yana sallamıştı.
“Hayır kralım, ben yapmadım.”
“O zaman kim? Eğer itiraf ederse cezası daha hafif olacaktır. Yoksa sonu kötü olacak.” Edward sabırsız bir şekilde beklerken Drew’de babası gibi adamları inceliyordu. Adamlardan biri korkuyla öne çıkarken Edward dikkatle ona bakmıştı.
“Kralım bağışlayın, siz kararınızı geciktirip durdukça kraliçelik tahtı boş kalmaya devam edecekti. Bu makam boş kalamaz kralım. Cariye Nadia’ya o kadar odaklandınız ki ileriyi göremez oldunuz!” Drew şaşkınlıkla adamın sözlerini dinlerken bakışları babasına kaymıştı. Babasının ne cevap vereceğini merak ederken Edward alaycı bir şekilde maliye bakanına bakıyordu.
“Demek kraliyet mührünü taklit etmekte çekinmeyecek kadar ülkeni düşünüyorsunuz?”
“Ben…” Edward adamın gözlerine odaklanırken asıl amacını çoktan öğrenmişti.
“Getirilen kraliçe adayları arasında sizin kızınız da bar sanırım. Çocuğum yaşında ki bir kızı krlaiçem olarak seçeceğimi size düşündüren nedir?”
“Kralım…”
“Siz hırslarınız yüzünden asıl konuyu atladınız. Görev yetkilerinizi kötüye kullandınız. Tüm yetkileriniz elinizden alınmıştır. Ülkeden sürüleceksiniz.”
“Bunu yapamazsınız!”
“Elbette yapabilirim. Kraliyet mührünü kötüye kullanım idam gerektirir. Sürgünle kurtulduğunuza dua edin.”
“Kralım bağışlayın, maliye bakanının kötü bir niyeti yoktu.”
“Siz karışmayın, ayrıca ben emir vermeden saraya kraliçe adayı getirmekte ne oluyor? Ben size böyle bir görev verdim mi?”
“Kralım bu konu hafife alınacak bir konu değil.” Edward öfkeyle elini tahttın kenarına vurarak ayağa kalkmıştı. Elinde hissettiği kesik ile bakışları avucuna dönerken gözleri gördüğü şeyle büyümüştü. Avucunda ki yara yavaş yavaş kayboluyordu. Edward şaşkınlığını gizleyebildiğinde Drew’in kendisine baktığını görünce hızla toparlanmıştı.
“Tüm saray görevlilerine haber edin, iki gün sonra kraliçeniz tacını giyecek. Kraliçemin kim olacağına ben karar veririm, siz değil bir sonraki hatada hepinizi görevinizden alırım.” Edward son sözlerini söyledikten sonra şaşkın ve bir o kadar meraklı bakışlar altında hızla salondan çıkmıştı. Bakışları hala az önce elinde olan ama bir süre içinde kaybolan kesiğe takılıydı. Bunun tek bir anlamı vardı, ya çocuklarından biri iyileştirme gücünü kazanmıştı ya da… diğer seçeneği düşünmek bile adamı heyecanlandırmaya yetiyordu.
“Baba?”
“Drew, annen nerede?”
“Ben…” Drew bilmediğini söyleyecekken Edward omzunu kavrayarak oğlunu uyarmıştı.
“Bana yalan söylemeye kalkma Drew, dostlarının çoktan sana haber verdiğine eminim.” Drew sıkıntıyla nefesini verirken cevap vermişti.
“Elizabeth onu kulübeye götürdü.” Edward aldığı haberle rahatlayarak hızla saraydan ayrılmıştı. Karısının yanına giderken ona vereceği cezayı çoktan düşünmeye başlamıştı bile. Ama önce kraliçelik için bir bildiri yazmalı, çok sevgili karısını da törene davet etmeliydi.
Sizce Edward kızına ne ceza verir?
Nadia törene gelecek mi?
Elizabeth gelen kralı karşılayacak mı?
Son olarak yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen!
35.BÖLÜM <<<<<——>>>>> 37.BÖLÜM
Bölüm için teşekkürler harikaydi emeğine sağlık Yazarcigim ❤️ ahh Edward anladı hamile olduğunu :D❤️. Nadia ya kıyamam nasıl üzüldü ayrıca çocuğu erkekmis 🙂 Elizabeth çok zeki ya❤️ Nadia’ya törene gidecek tabiki . Yeni bölümu sabırsızlıkla bekliyorum
Ayrıca Adrian’i özledim;( ❤️❤️;)
Prensimizin iyileştirme gücü olması ve Edward’un bunu hemen anlaması ❤️ 🙂
bende özledim bol bol Adrian okuyacağımız bölüm olacak. 🙂
Ya ben Edward ve Nadiayı okurken nedense aklıma hep Sedat ve Asudeyi getiriyorlar :)) Halbuki birbirlerinden tamamen farklı kurgular :))) bütün karakterlerini çok seviyorum yazarcım:)))
Ellerine emeğine sağlık çok güzeldi
Evet yeni bir prens geliyor
Bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum
Bakalım yeni kralımız tarafında neler olacak
Bölüm çok güzeldi Edward bu sefer elizabeth e ceza versin artık nadia hemen affedecek sanırım bebek için Adrian neden 2 bölümdür yok ya
Bölüm çok güzeldi ellerine emeğine yüreğine aklına sağlık yazarım
Yine harika bir bölüm olmuş ellerine sağlık canım Elizabeth yine yapacağını yaptı Filisa çok doğru konuştu
Edward’ın azıcık burnunun sürtmesi gerekiyordu iyi oldu bu
Canım harika bir bölüm olmuş severek okudum yeni bölümü merakla bekliyorum
teşekkür ederim. Umarım diğer bölümleri de seversiniz. 🙂