Asil Kan 40. Bölüm

Merhaba arkadaşlar. küçük bir kaza geçirdim bu yüzden bölümü uzun tutamadım. Standart bir bölüm oldu. umarım beğenirsiniz. Ayrıca bölümler otomatikman facebook ve bir kaç platformda da yayınlanıyor. Orada yapılan yorumları göremiyorum maalesef. Keyifli okumalar!

****

Edward gece boyu uyuyamamış sarayın koridorlarında dolaşıp durmuştu. Elizabeth’ten hala bir haber gelmemişti. Üstelik Drew’de Adrian ile saraydan ayrılmıştı. İkisinin aynı anda saraydan ayrılması Edward’ın içini huzursuz ediyordu. Sabahın ışıkları hafiften kendini göstermeye başladığında daha fazla dayanamayan Edward hızla sarayın dışına doğru ilerlemeye başladı. Daha fazla bekleyemezdi. Saray kapısından dışarıya adımını attığında büyük kapılardan giren atlıları görünce duraksamıştı.

“Elizabeth?” Edward hızlı adımlarla kızına doğru ilerlerken Elizabeth daha önce yapmadığı bir resmiyetle kralın önünde eğilerek “Kralım,” diye onu selamlamıştı. Ayakları anında duran adam kızına dikkatle bakıyor ama kızının kendine dönmeyen bakışları yüzünden ne düşündüğünü anlayamıyordu.

“Prenses, neredeydin?”

“Lütfen bağışlayın kralım, izinsiz saraydan ayrılmamalıydım,” Elizabeth’in babası ile konuşmasına şahit olan iki genç adam şaşkınlıkla onlara bakıyordu.

“Elizabeth,” Edward’ın soluk çıkan sesi Elizabeth’in gözlerini babasına çevirmesine neden olmuştu. Edward kızının bakışlarını yakaladığı için sevinse de onu okuyamadığı için şaşırmıştı. Elizabeth bom boş bakıyordu. Kızının ruhu yok olmuştu sanki.

“Eğer izniniz olursa odama çekilip dinlenmek istiyorum. Uzun bir gece geçirdim.” Elizabeth babasının cevap vermesini beklemeden hızla yanından ayrılmıştı. Drew babasının üzgün bakışlarına uzun zamandır şahit olmadığı için dayanamayarak konuşmuştu.

“Neler oluyor baba?” Edward oğluna döndüğünde başını iki yana sallamıştı.

“Halledilmeyecek bir konu değil, hadi siz de gidip dinlenin.” Adrian dayısına itiraz etmek istemiş ama Edward’ın soğuk bakışları yüzünden yapamamıştı. Edward onların yanından ayrılarak odasına doğru ilerlemişti. Arkasından bakanları umursamamıştı, kızı onun gözlerine eskisi bakmıyordu. Hiç bir şey şu saatten sonra umurunda değildi. Odasına girdiğinde bekleyen hizmetliyi göndererek pencereye doğru ilerledi. Elini ahşap oymalı pervaza dayayarak başını cama yasladı. Ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Beş çocuğundan en anlaşılmaz olanı her zaman Elizabeth olmuştu. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmuyordu. Duygularını önceden güçleriyle saklayan kızı şimdi boş bakışlarının ardına saklanıyordu. Odanın içinde bir tıkırtı duyunca hızla başını arkasına çevirmiş ama kimseyi görememişti. Gözleri yıllardır açılmayan ara kapıya değdiğinde eliyle yüzünü sıvazlamıştı. Yan tarafta karısı, yeni kraliçesi kalıyordu. Yüzüne oluşan buruk gülümseme ile ağır adımlarla ara kapıya ulaşmıştı. Kapıyı birkaç kez tıklattıktan sonra karısının naif sesini duyunca kapıyı aralayarak odaya gitmişti. Nadia odanın ana kapısına bakıyordu. Bu durum istem dışı Edward’ı gülümsetmişti.

“Buradayım kraliçem,” dediğinde Nadia hızla başını çevirmişti. Yüzünde ki şaşkın ifade Edward’ın içinde ki sıkıntıyı kısmen de olsa gidermişti. Nadia eliyle kapıyı işaret ederek “O kapı nereden çıktı?” diye sorduğunda Edward gülümseyerek karısının yanına ulaşmıştı. Kadın kocasını selamlamadığını fark edince hızla yerinden kalkarak ona selam vermeye çalışmış ama başı dönünce yeniden oturmuştu.

“Sakin ol,” diyerek karısının elini tuttu.

“Ben, sadece başım döndü.” Nadia hala şaşkınlıkla aralık olan kapıya bakıyordu.” Edward karısının bakışlarını takip ederken Nadia ayağa kalkarak kapıya doğru ilerlemişti. Aralık kapıyı açarken karşılaştığı odayla dili tutulmuştu.

“Ama burası…”

“Kraliyet odası,” diyerek kadının sözlerini tamamlamıştı. Nadia adama dönerken dili tutulmuş gibiydi ne söyleyeceğini bilemiyordu. Kaç gündür kralım hemen yan tarafındaki odada kaldığına inanmak kadın için inanılmaz gelmişti.

“Neden?” Edward kadını odasına doğru çekerek kapıyı kapatmıştı. Kadını gösterişli yatağına oturtarak önüne eğilmişti. Nadia yerinden kalkmak isteyince Edward onu engelleyerek yeniden oturtmuştu.

“Lütfen, yalnızken kral olduğumu unut, beni sıradan bir adam olarak kocan olarak gör,” dediğinde Nadia yutkunmuştu.

“Bunu yapmama olanak yok. Siz kralsınız!”

“Eğer kralınsam sana emrediyorum, yalızken bana adımla seslen kraliçem,” dedi. Nadia adamın çelişkili sözlerine gülmeme için dudaklarını ısırmaya başlamıştı. Edward’ın eli kadının karnına giderken Nadia’nı bakışları karnına dönmüştü.

“Kendini nasıl hissediyorsun, bebek seni zorluyor mu?” Nadia başını iki yana sallarken Edward karısının karnını sıvazlamaya başlamıştı.

“Diğer hamileliğimden daha rahat geçiyor. Sanırım bebeğim annesine şifa veriyor,” dedi. Edward karısının sözleri ile gözlerini elinin olduğu yere indirmişti.

“Anneni sakın zorlama bebeğim, yoksa büyüyünce sana ceza veririm.” Nadia ceza lafını duyunca aklına Elizabeth gelmişti.

“Elizabeth?”

“Merak etme, sağ salim saraya geldi. Ama eski prensesten eser kalmamış.” Nadia şüpheyle kocasına bakınca yorgun olan Edward karısının yatağa uzanmasını sağlayarak kendi de yanına uzanmıştı.

“Edward, prensesin nesi var?”

“Yarın kendin görürsün Nadia, şimdi çok yorgunum biraz uyuyalım,” dedi. Nadia kralın sözleri ile gözlerini kapatmıştı. Edward’ın eşleri ile uyumama kuralını kendisi ile bozması kadını mutlu etse de içi prensesi düşündükçe hiç rahat değildi. Karnında hissettiği eller ile gözlerini kapatarak derin bir iç çekmişti.

“Prensimiz olacakmış!” Nadia anın verdiği duygu karmaşası ile konuşmuştu. Karnının üzerinde ki el birden dururken kadın kocasından bir tepki beklemeye başlamıştı.

“Nasıl bilebilirsin?” Edward yerinde doğrularak karısını da oturtmuştu. Nadia’nın yüzünü avuçlarının içine alarak gözlerine bakmaya başladı. Nadia yaşadığı duygusallıkla kocasının gözlerine nemli gözlerle bakmıştı.

“Elizabeth, kardeşinin bir prens olacağını söyledi. Başta inanmamıştım ama arada prensim benimle konuşuyor,” dediğinde Edward karısına sıkıca sarılarak içinden şükretmişti. Artık Nadia’nın kraliçe olmasına kimse karşı çıkamayacaktı. Saray kurallarına göre alt tabakadan da olsa iki prens annesi kraliçe olabiliyordu.  

“Eğer gerçekten prensimiz olursa kimse sana karşı gelmeye cüret edemez.” Nadia merakla Edward’a bakarken adam gülümsemişti.

“Neden öyle söyledin?”

“Saray kurallarına göre iki prens annesi kraliçe olma hakkına sahip olur.” Adamın sözleri le Nadia gözlerini kapatmıştı. Eli karnına giderken içinden sağlıklı olmasından başka bir şey dilememişti. Karı koca yeniden yatağına uzanarak uykuya dalarken sabah olabilecekler için güç depolamaya çalışmıştı.

***

Elizabeth odasına giderek elini yukarı kaldırmış ama yakmak istediği kandiller yanmayınca derin bir nefes vermişti. “Alışmam gerekiyor artık,” diyerek ezbere bildiği odanın karanlığında kandilleri yakmaya başlamıştı. Gün aymasına az kaldığı için odanın kalın perdelerini örterek içeriye ışık girmesini engellemek istemişti. O kadar yorgun hissediyordu ki gün boyu uyuyabilirdi. Güçlerini kaybetmesinin tek kötü yanı bu olabilirdi. Her dövüştüğünde yorgunluk bedenini esir alacaktı. Üzerini değiştirerek yatağına giderken yaktığı kandilleri bir bir söndürmüştü. Yatağına girerek yorganının altına sığındığında tüm düşüncelerinden arınarak yorgun bedenini uykuya teslim etmişti.

Beden yorgunluğu neydi ki ruhunun aldığı yaraların verdiği acının yorgunluğunun yanında. Uyusak da gözlerimizi araladığımızda beynimize üşüşen düşünceler daha bir yoruyordu insanı. Elizabeth yorgundu. Ama bu yorgunluk bedenin verdiği değil ruhun verdiği bir yorgunluktu. Daha el kadar bir bebekken başlamıştı onun mücadelesi. Asil Kan olarak doğmuştu ama seçme şansı olsaydı asla istemezdi. Beyninde ilk ses duyduğunda çok korkmuştu. Hizmetlilerin düşüncelerini duymuş, onlara bakmış ama onların konuşmadığını görünce korkarak ağlamaya başlamıştı. Babası yanına gelene kadarda küçük kız susmamıştı. Sonrasında gücünün ne kadar özel olduğunu anladığında çok mutu olmuştu. Düşünceleri okuma gücü sayesinde birçok kez ölümden dönmüş, sevdiklerini korumayı başarmıştı. Kendine savaş açan kız kardeşlerinin saldırılarından kurtulabilmişti.  Şimdi ise beyni o kadar sessizdi ki ister istemez eksiklik hissediyordu.

Odasının kapısı açıldığında Elizabeth kimin geldiğini anlamaya çalışıştı. Kalın perdeler çekilerek odaya ışığın yayılmasıyla genç kız gözlerine hücum eden aydınlıktan korunabilmek için kollarını gözlerinin üzerine koymuştu.

“Prenses Elizabeth, uyanmanız gerekiyor.” Özel hizmetlisinin sesini duyduğunda kolunu aşağıya indirerek ışığa alışması için birkaç kez gözlerini kapatıp açmıştı.

“Uyandırılmak istemediğimi söylemiştim, neden perdeleri araladın?”

“Prensesim, kral Edward sizi taht salonunda bekliyor. Yanında kral Adrian da var.” Elizabeth aldığı haberle yüzünü asarak yatağında doğrulmuştu. Anlaşılan bu gün zor bir gün olacaktı.

“Hemen geliyorum, kahvaltımı sonra yaparım.” Hizmetli başını sallarken odadan çıkması gerekirken hala odanın içinde beklediğini gören genç kız sormuştu.

“Neden bekliyorsun?”

“Kraliçemizin emri prenses, giyinmenize yardım etmem emredildi.”

“Kraliçe?” Elizabeth dün olanları hatırlayınca hızla yerinden kalkmıştı. Nadia annesi hak ettiği makamı sonunda almıştı ama o hala kraliçeyi tebrik etmek için huzura çıkmamıştı. Hızlı bir şekilde üzerini değiştirirken hizmetli kız ona ayak uydurmaya çalışıyordu. Elizabeth ilk kez giyinirken güçlerini kullanmadığı için mutlu olmuştu. Hizmetli kız prensesin bu kadar çabuk giyinmesi karşısında şaşkınlığını gizleyemezken Elizabeth kızın önünde elini sallayarak “Hadi çıkalım,” dedi. İkili odadan çıkarken Elizabeth’in adımları oldukça hızlıydı. Hemen arkasından gelen hizmetlinin attığı çığlıkla ardına döndüğünde başını iki yana sallamıştı.

“Gölge, sarayın içinde olmaman gerekiyordu.” Hayvan hızlı adımlarla prensesin önüne geçerken Elizabeth jaguarın hareketine şaşırmıştı. İlk kez bu şekilde davranıyordu. Taş duvarlı koridorda yürürken prenses ilk kez bu kadar dikkatli etrafına bakınıyordu. Daha önce tüm duyuları ile koridorda kim vardı, kaç kişi dolaşıyordu ve ne konuşuyorlardı hepsini duyabiliyordu. Şimdi sadece sessizlik vardı. Nadia’nın odasının kapısına geldiğinde kapıda bekleyen hizmetli prensesi selamlayarak konuşmuştu.

“Prensesim, kraliçe konuk salonunda tebrikleri kabul ediyor,” dedi. Elizabeth başını sallayarak geri dönerken kabul salonuna doğru ilerlemeye başladı.

“Prenses, kralımız sizi bekliyordu,” diyerek kızı uyarırken Elizabeth yüzünü asarak onu onaylamıştı. İlk olarak krala uğraması gerekiyordu.

“Peki, taht salonuna gidelim.” Prenses taht salonuna doğru ilerlerken oldukça düşünceliydi. Kral Adrian’ın da orada olması genç kızı olabilecekler hakkında düşündürüyordu. Taht salonuna geldiğinde dışarıda ki görevli prensesin geldiğini haber verirken Edward içeriye girmesini emrederek prensesi kabul etmişti.

Elizabeth salona girer girmez başını eğerek babasını ve hemen yanında oturan Adrian’ı selamlamıştı.

“Kralım, kral Adrian, beni çağırmışsınız!” dediğinde Adrian kızın resmi davranışına dişlerini sıkmıştı.

“Prenses Elizabeth, seni buraya neden çağırdığımı merak ediyorsundur?” babasının sözlerine karşılık hafif gülümseyen genç kız iki kralla da göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Öyle ki şuanda aklından geçenleri okusalardı salonda kaos çıkabilirdi.

“Aslında merak ettiğim söylenemez kralım, naçizane tahminde bulunabilirim.”

“Öyle mi, tahminini öğrenebilir miyim Elizabeth?” Adrian araya girerek sormuştu. Kızın başını yerden kaldırmaması Adrian’ın sinirine dokunmaya başlamıştı. Elizabeth sakinleşmeye çalışarak beyninin içini boşaltmıştı. Başını ağır bir şekilde kaldırarak Adrian’ın gözlerinin en derinine baktı. Düşüncelerinin boşluğu kızın yeni kalkanı olacaktı. Adrian kızın boş bakışları karşısında duraksamıştı. Aklından türlü planlar geçen prensesin beyni tamamen boşalmıştı.

“Buraya geldiğinizde bir şey söylemiştiniz kral Adrian, beni kraliçeniz olarak götüreceğinizi, haksız mıyım?” Adrian yutkunarak kıza cevap vermişti.

“Doğru, buraya anlaşmalar için gelsem de asıl geliş nedenim seni kraliçem olarak sarayıma götürmekti.” Elizabeth buruk bir şekilde gülümseyerek babasına bakmıştı. Kısa bir bakışın ardından başını eğerek konuşmasına devam etti.

“Anlıyorum, kralımız bu evliliği duyurduğuna göre başa şansım yok galiba…” diyerek başını kaldırıp babasına baktı. “Ne zaman gidiyoruz buradan?” diye sorduğunda Edward donup kalmıştı. Kızı itirazsız onlardan ayrılacaktı.

“Henüz karar verilmedi Elizabeth!”

“Dün açıklamayı yaptığınızı hatırlıyorum Kralım!” baba karşılıklı atışırken Edward kızının gözlerindeki kararlı ifade karşısında ne söyleyeceğini bilememişti.

“Elizabeth,” Edward kızına gözleriyle özür dilerken prenses başını eğerek selam vermişti.

“İzninizle kralım, yeni kraliçenizi henüz selamlama fırsatı bulamamıştım.” Edward bir şey söyleyemeden genç kız hızla salondan ayrılmıştı. Adrian kaşlarını çatarak dayısına dönmüştü.

“Ona bunu sen yaptın dayı, Elizabeth tüm hayat enerjisini kaybetmiş gibiydi.”

“Biliyorum, görebiliyorum Adrian,” dediğinde Adrian yerinden kalkarak salonda dolanmaya başlamıştı.

“Bunu ona nasıl yapabildin dayı, o senin kızın… O yaşamı boyunca ailesinin iyiliği için uğraştı.”

“Bana bilmediğim bir şey söyle Adrian,” diyerek o da oturduğu yerden kalkmıştı.

“Buraya dönmeyecek!” Adrian’ın aniden söylediği sözlerle Edward genç adama dönmüştü.

“Anlamadım?”

“Elizabeth, bu saraydan dargın bir şekilde ayrılırsa bir daha buraya dönmeyecektir.”

“Kızım bunu bize yapmaz!”

“Yapabilir dayı, hayal kırıklığına uğradı. Tek dayanağı olan babası onu yarı yolda bıraktı.” Edward gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalışmıştı. Adrian’ın sözlerini dikkate alması gerektiğini biliyordu.

“Halledeceğim,” diyerek salondan çıkarken Adrian da en az onun kadar üzgündü.

***

Elizabeth kabul salonuna doğru ilerlerken kraliçenin hala orada olmasını umut ediyordu. Hızlı adımlarla ilerlerken önünde yürüyen gölgeye bakıp gülümsemişti.

“Yanımda kalan sadece sen varsın gölge, benimle gelecek misin?” Elizabeth hayvanın kendisine dönmesiyle başını iki yana sallamıştı. Hayvan onu anlıyormuş gibi bakışlarıyla genç kıza cevap veriyordu. Kabul salonunun önüne geldiğinde derin bir nefes alarak içeri haber verilmesini beklemişti. Annesini biraz olsun tanıyorsa içeride sıkıntıdan patlamak üzere olmalıydı. Kapıdan içeriye girdiğinde gözler birden ona dönmüştü.

“Prenses Elizabeth,” kutlamaya gelen kadınlar oturdukları yerden kalkarak prensesi selamlarken Nadia minnetle genç kıza bakmıştı. İki kızı onu kadınların arasına bırakıp kaçarcasına giderken tek umudu prenses Elizabeth’ti. Elizabeth kraliçenin önüne gelerek saygıyla selamlamıştı.

“Kraliçem, sizi tüm kalbimle tebrik etmek istiyorum. Halkımız sizin gibi bir kraliçeye sahip olduğu için çok şanslı.” Elizabeth yeniden eğilerek kraliçeyi selamlarken Nadia genç kıza yaklaşarak kimseye aldırış etmeden Elizabeth’e sıkıca sarılmıştı. Kulağına eğilerek “Seni çok merak ettim prenses, bir daha habersiz saraydan ayrılma,” dedi. Elizabeth bedenine dolanan şefkatli kollar karşısında duygulanmıştı. Gözlerini kıpırdatarak yaşlarını geri gönderirken “Bu şekilde davranmanız uygun değil kraliçem,” diyerek onu uyarmıştı. Nadia omzunu silkeleyerek geri çekilmişti. Konuklara dönerek hafif gülümsedi. Gülümsemesi o kadar içtendi ki kraliçeye üsten bakan kadınlar bile Nadia’nın etkisi altında kalmıştı.

“Prenses Elizabeth’i hepiniz tanıyorsunuzdur. Yakından görmeyenler için yeniden tanıtayım.” Elizabeth’i yanına çekerek elini sırtına koymuştu.

“Prenses Elizabeth, benim kızım…” dediğinde Elizabeth hızla başını kraliçeye çevirmişti. Nadia birkaç kadının gözlerine bakarak hafif gülümsemişti.

“Bu yüzden aklınızda ki düşünceleri tahmin edebiliyorum. Anne babanın suçu hiçbir çocuğa yüklenemez. Devrik kraliçe Barbara Elizabeth’i dünyaya getirmiş olabilir ancak onu ben büyüttüm. Onun hakkında olan tüm asılsız dedikodular bana yapılmış sayarım. Umarım anlatabilmişimdir. Şimdi kabul töreni bitmiştir. Benim dinlenmem gerek!” diyerek Elizabeth’in koluna girerek salondan ayrılmıştı. Prenses kraliçenin kolunda onun odasına girerken hala şaşkındı. Kraliçe odaya girer girmez hızla odanın ortasına yürümüştü. İki elini de kaldırarak sakinleşmeye çalışıyordu.

“Bunu nasıl söylerler!” Elizabeth ilk kez Nadia annesini bu kadar sinirli görüyordu.

“Kraliçem…”

“Bana kraliçem deyip durma Elizabeth, lütfen şu unvanı yalnızken kullanma.” Elizabeth kadını sakinleştirmek için iki elini birden tutarak yerinde durmasını sağlamıştı.

“Sakinleş artık Nadia anne, kardeşimi düşün.” Nadia elinin birini çekerek karnına koymuştu.

“Seninle konuşmak istiyor ama konuşamayınca tekmeliyor,” dediğinde Elizabeth’in yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluşmuştu.

“Onunla konuşmayı bende isterdim ama cezalıyım. Benim yerime onu sevdiğimi söyle lütfen. Şimdi gitmem gerekiyor. Yakında saraydan ayrılacağım, gitmeden yanınıza uğrarım kraliçem.”

“Gidecek misin?” Elizabeth başını sallayarak kadını onaylamıştı.

“Evet, kral Adrian ile onun ülkesine gideceğim. Kraliçesi olmamı istiyor,” derken gülmeden edememişti. Bu durum garip bir şekilde genç kızı mutlu ediyordu.

“Bunun olacağı sen doğduğundan beri belliydi prenses, Adrian seni mutlu edecektir.”

“Umarım, öyle olması gerekiyor. Çift olarak doğduğumuza göre.” Nadia kızın sözlerine gülmüştü. Ara kapının açılmasıyla Elizabeth hızla arkasını dönmüştü. Babası odaya girdiğinde prenses reverans yaparak onu selamlamıştı.

“Prenses, burada olmana sevindim. Seninle konuşmam gerekiyordu.”

“Sizi dinliyorum kralım,” derken Edward öne çıkarak kızına sarılmıştı.

“Özür dilerim prenses, bu aptal babanı affet hayatım. Seni bu şekilde cezalandırmak istememiştim.”

“Sorun değil kralım, kendimi daha güçlü hissediyorum.”

“Biliyorum, sen o kadar güçlüsün ki babanı bile alt edebilirsin. Üzgünüm, güçlerini geri vermek istesem de veremem.”

“Kuralları biliyorum baba, üzülme artık. Bu şekilde normal insanlar gibi yaşamak benim için iyi bir tecrübe olacak.”

“Kızım, prensesim gitme!” dediğinde Elizabeth babasının kollarından çıkarak ona bakmıştı.

“Ne?”

“Bu şekilde savunmasız seni gönderemem. Düşman topraklarda sana zarar gelmesini istemiyorum.”

“O topraklar artık bana ait olacak. Ben o toprakların kraliçesi olacağım.”

“Gitmeni istemiyorum Elizabeth!”

“Bir gün olacaktı baba, bu şekilde olması belki de daha hayırlı olacaktır. Hem halkımla ne kadar erken kaynaşırsam benim için o kadar iyi olur.” Edward kızını anlayabiliyordu. Gideceği topraklar çok şanslıydı. Kızıyla her zaman gurur duymuştu, bundan sonra da duyacağını biliyordu. Tek sorun onu artık eskisi kadar sık göremeyecek olmasıydı.

Onun için elinden en iyisini dilemekten başka bir şey gelmiyordu.

***

Bu bölümü final yapacaktım ama parmaklarımı yaktığım için devam edemedim maalesef bölüme. Bir sonraki bölüm bir aksilik olmazsa final olacak. Yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim.

39.BÖLÜM <<<<<<——>>>>>> 41.BÖLÜM

16370cookie-checkAsil Kan 40. Bölüm

8 yorum

  1. Öncelikle geçmiş olsun bölüm güzeldi Elizabeth in güçlerini neden veremiyor Edward pişman oldu ama iş işten geçti sonunda kraliçe gidiyor Elizabeth kraliçe olacak bakalım finalde bizi neler bekliyor

  2. Çok geçmiş olsun yanık acısı kötü oluyor
    Bölüm çok güzeldi ellerine emeğine sağlık
    Yanık ellerinle uğraşmışsın

  3. Geçmiş olsun canım, o haldeyken bile bizi düşünmüşsün teşekkür ederim. Bölümü okurken ağladım biliyor musun, krala çok kızgınım kızını böylesine savunmasız bıraktığı için. Elizabeth in kırgınlığını içimde hissettim resmen. Emeğine sağlık yazarım

  4. Geçmiş olsun abla ❤️ yaa final geldi mi;( ama Elizabeth ve Adrian’i daha çok görmek isterdim yani surwkli istemiyorum diye kaçtı Elizabeth;( . Ahh Edward aldı gücü kız ne hale geldi ;(( niye veremiyor ki ;/ . Nadia hak ettiği yerde şimdi ❤️acaba kadınlar ne duaundu de sinirlendi

  5. Eline emeğine yüreğine sağlık geçmiş olsun ayrıca final olması üzdü gerçekten daha Adrian ve elizabetin bebeğini okumak isterdim daha kraliçe nadianın son prensi doğacaktı yani bölüm de okumak istediğim çok şey var dı daha diğer prenseslerin hayatını okuyacaktık oyy oy erken final için be yazarcım

  6. Canım yazarım geçmiş olsun umarım kısa sürede iyileştirdi kitabını severek okuyorum eline emeğine yüreğine sağlık

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir