Asil Kan II – 6. Bölüm

Merhaba arkadaşlar. Uzun bir aradan sonra yeniden bir aradayız. Asil Kan hikayesini yazmayı özlemişim. Bu ve sonraki bölümden sonra prens ve prenseslerimizin büyümüş hallerini okuyacağız. Bu hikaye diğer hikaye kadar uzun olmayabilir. Umarım okurken keyif alırsınız. Çünkü ben yazarken keyif alıyorum. Hadi bölüme geçelim…

****

Küçük kız her zamanki gibi beyninde yankılanan sesle ormanın onu çağırdığını duymuştu. Hava oldukça karanlık olsa da o korkmuyordu. Ormanın onu kucaklayacağını, onun önünü aydınlatacağını biliyordu. Küçük kulübeden çıkar çıkmaz havanın karanlığına inat birçok ateş böceği Gwen’in yolunu aydınlatıyor onu çağıran kişiye doğru yol almasına yardımcı oluyordu. Ormanın içinde büyük bir alana geldiğinde etrafını saran ateş böcekleri küçük kıza görsel şölen oluşturuyordu. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle alanda kendi etrafına dönen küçük kız karşıdan kendisine doğru gelen kocaman kurt köpeğini görünce yerinde durarak onun kendisine yaklaşmasını beklemişti. Neşeyle hayvana kollarını açarak koşmak üzereyken “Gwen, kızım!” diye seslenen babasının sesini duyunca yerinde durmak zorunda kalmıştı. Elleri yukarıda babasına dönerken adamın korkmuş gözerli karşısında yakalanmanın verdiği endişeyle küçük kız dudaklarını kemirmeye başlamıştı.

“Gwen buraya gel hayatım,” Kriss küçük kızın karşısında ki kurdu görünce iyice endişelenmişti. Gwen bir Kriss’e bir de Kurda bakarken yüzünü asmıştı.

“Ama baba…” dediğinde arkasında ki Kurt öfkeyle küçük kızın önüne geçerek Kriss’e diş göstererek hırlamaya başlamıştı. Kriss anında kılıcına davranırken diğer yandan da Gwen’i güvenle yanına gelmesi için çağırıyordu.

“Kızım korkma, hadi yanıma gel. Bak annen çok korktu evde…” Gwen önüne geçen kurdun yanından geçerken Kurt birden büyüyerek Gwen’i iki ayağının arasına alıp Kriss’e hırlamaya başlamıştı. Kriss keskin dişlerini gösteren kurttan korkmuyordu. Onun şuanda korktuğu tek şey Gwen’in zarar görme olasılığıydı.

Kriss kılıcını öne doğru savururken kurtpençesini kaldırarak Kriss’e saldırmak istemiş ama Gwen’in ani çığlığıyla durmuştu. Kurt çığlık çığlığa ağlayan Gwen’e bakarken Kriss Kurdu umursamayarak hızla kızını kucağına alıp başını omzuna yaslamıştı.

“Korkma hayatım ben buradayım.” Kurt küçük kızın ağlamasına dayanamayarak geri adım atarken Kriss’e sıkıca sarılarak ‘baba’ diye hıçkırması hayvanın hızla oradan uzaklaşmasına neden olmuştu. Öyle ki Kriss kurdun oradan ayrılırken attığı son bakış çok tanıdık gelmişti. Genç adam kızını kucağında sıkıca tutarak geriye dönmüştü. Hızlı adımlarla gecesi daha korkunç olan ormandan çıkmak için acele ediyordu. Sonunda ormandan çıktığında hala omzunda ağlayan küçük kızın sırtını sıvazlayarak onu teselli etmeye çalışmıştı.

“Hadi babacım, annen seni böyle görürse çok üzülür.” Gwen geri çekilerek saydamlaşan gözleriyle Kriss’e bakınca genç adam yutkunarak kızına bakmıştı. Her zaman olmasa da Gwen’in çok üzüldüğünde saydamlaşan gözleri bazen Kriss’i korkutuyordu. Kulübenin önüne geldiklerinde kapıda endişeli bir şekilde onları bekleyen karısını gören genç adam derin bir iç çekmişti. Samira’nın daha önce gözlerinde bu denli korku görmemişti. Kriss küçük kızla kulübeye girerek salonun ortasında ki masanın içinden sandalye çekerek oturmuştu. Samira hemen ikilinin yanına giderek diğer sandalyeye otururken ağlayan kızını şiş karnı elverdiğince kendi kucağına çekerek göğsüne yaslamıştı.

“Beni çok korkuttun hayatım, bir daha gece vakti ormana gitmeni istemiyorum.” Gwen’in ağlaması iç çekmeye dönüşürken Samira sorarcasına kocasına dönmüştü.

“Neden ağlıyor?”

“Sonra anlatırım. Hadi yatalım artık,” Samira’nın kucağında ki kızını alarak ayaklanan genç adam kadının odayı aydınlayan kandili söndürerek kocasının peşinden odaya girmişti. Küçük kızın üzerini değiştiren Kriss onu kendi yatağına yatırarak saçını öperken Gwen anında gözünü kapatmıştı.

“Neler oluyor Kriss?” Kriss sıkıntıyla başını iki yana sallamıştı.

“Yarın konuşuruz Samira, hadi sende yat yoruldun bu gün.” Samira üzgün bir şekilde yatakta uyuyan küçük kıza bakarak iç çekmişti. Onu ilk kez bu kadar dağılış görüyordu. Sorgulamadan kocasının dediğini yağarak yatağın kendine ait olan kısmına geçerek Gwen’in yanına uzanmıştı. Kriss üzerini değiştirerek odadaki kandili söndürüp yatağa girerken bir kolu başının altında karanlık odada tavana dikmişti bakışlarını. Gwen için odada küçük bir kandil yansa da fazla aydınlatmıyordu. Bedenine dolanan küçük kollar iç çekerek Gwen’e bakmıştı. Gözünün önünden kurdun bakışı gitmiyordu. İçten içe onun kim olduğunu hissediyordu. Yarın kraliçe ile konuşması gerekiyordu.

***

“Anne dayımlar ne zaman gelecek?” Colin heyecanla kral ve kraliçenin odasına dalarken Elizabeth küçük oğlunun sesiyle gözlerini aralamıştı. Yanında uyuyan kızını görünce kaşları çatılırken onun ne zaman yanına geldiğini düşünmeye başlamıştı. Emily henüz üç yaşındaydı ancak fazlasıyla meraklı bir çocuktu.

“Emily sen ne zaman girdin yanıma?” kendi kendine söylenen genç kadın tüm çocuklarının güçlerini sınırlandırmayı başarırken Emily’e bu gücü işlemiyordu. Küçük kızı kendi havasında Asil Kan’ın getirdiği güçlerini kullanmak için hiç acele etmiyordu. Aksine normal bir çocuk olarak etrafta dolanıp durması ne kendisinin ne de Adrian’ın gözünden kaçmamıştı. Bu yüzden ona karşı kalkanları hep açık tutuyordu ve kızı o farkına varmadan yanına daha rahat dolaşabiliyordu.

“Colin kaç kez söyleyeceğiz odaya bu şekilde girmemelisin.” Küçük prens annesinin uyarısıyla üzgün bir şekilde başını eğerken yeniden annesine dönmüştü.

“Dayımların geleceğini söylemiştin anne, ne zaman gelecekler?”

“Colin, kral Drew geldiğinde ona makamıyla hitap etmelisin. Yalnız kaldığımızda istediğin gibi seslensen de şuanda kral Drew burada değil ve senin bu şekilde konuşman uygun değil.” Colin omzunu silkerek cevap vermişti.

“Ama kral dayım onun için sorun olmadığını söyledi. Hem James ile Falcon da gelecek.” Küçük prens oldukça heyecanlıydı. İki kuzeniyle de iyi anlaşıyordu.

“Halanın da gelmesini bekliyoruz.”

“Halam mı?” Colin duraksarken gözlerini anlamaz bir şekilde kıpıştırmıştı. Babasından ve annesinden kendi yaşlarında bir halası olduğunu duymuştu ancak daha önce onunla tanışmamıştı. Almira babaannesini de tanımıyordu.

“Almira babaanne de gelecek mi?” Elizabeth iç çekerek yatağından kalkarak kenardaki sabahlığını giyip oğluna doğru ilerlemeye başlamıştı. Yavaş adımlarla küçük oğlanın yanına varıp onu kucağına alarak büyük odadaki geniş koltuğa kuruldu. Colin’i dizine oturtarak başının üzerini öperken düşüncelerinde sadece Gwen’in ikizleri görünce ne hissedeceğiydi. Acaba erken miydi onları tanıştırmanın.

“Almira babaannen gelemez biliyorsun hayatım ama söz bir sonraki Travuz seyahatimde siz de götüreceğim. Hem Nadia ananenle de tanışırsın.”

“Gerekten mi?”

“Gerçekten, hadi sen gidip hazırlıklara bak. Ağabeyin hala ortalarda yok ona yardım et.” Colin homurdanırken omzunu silkmişti.

“O kesin Gwen’in peşinden gitti. Sabah erkenden ormana gitti yine.” Elizabeth sıkıntıyla iç çekerken oğlunu çağırmanın yöntemini bildiği için sorun etmiyordu.

“Gwen ormana mı gitti yine?” Colin hızla başını sallarken üzgün bir şekilde devam etmişti.

“Çok garip davranıyordu anne, eskiden olsa oynaya oynaya giderdi ama bu sabah yüzü çok asıktı.”

“Öyle mi?” çocuk yine onu onaylayınca Elizabeth endişeyle yerinden kalkmış ancak oğluna endişesini belli etmemişti.

“Hadi sen dersine git o zaman. Ben üzerimi değiştirip geleceğim.” Colin annesinin kucağından inerek yatakta yatan kız kardeşine kısa bir bakış atıp omzunu silkerek odadan çıkıp gitmişti. Elizabeth hızla üzerini değiştirirken kızını uyandırmadan aynı hızla odadan çıkmış, kapıda ki görevlilere “Prenses yine benim odamda uyuyor, bakıcısı nerede?” diye sordu. Çalışan kadınlar başlarını eğerken Elizabeth onaylamazca onlara bakmıştı.

“Bir daha böyle bir sorumsuzluk görürsem hepiniz cezalandırılırsınız. Neyse ki benim yanıma geldi, başka tarafa da gidebilirdi. Bir daha olmasın,” diyerek hızla yanlarından ayrılmıştı. Emily’in uykusunda yürüdüğünü ilk fark ettiklerinde onun güçlerini sıfırlamak istemiş ancak kızını bir süre takip ettikten sonra buna gerek olmadığını anlamıştı. Emily kendi kardeşlerinden çok köylü çocuklarıyla oynamaya bayılıyordu. Elizabeth kimsesiz çocukları topladığı bir yetimhane kurmuştu. Oradaki çocukları kendi himayesine almış, çocuğu olmayan kadınlarında onlarla ilgilenmesine müsaade etmişti. O çocuklar Emily’in en yakın arkadaş gurubunu oluşturuyordu.

Hızlı adımlarla sarayın koridorunda ilerlerken yarı yolda yardımcısı ve komutan Niko da ona katılmıştı. Genç kadın Niko’ya dönerek “Bana hemen Kriss’i çağır,” diye emir verirken diğer yardımcısına dönerek “Sende Samira’yı çağır,” dedi. Samira hamile olduğu için görevlendirme almıyordu ancak onun askerler arasında talim yaptırırken birçok kez görmüştü.

“Emredersiniz kraliçem,” diyen ikili hızla onun yanından ayrılırken Elizabeth’in içini bir sıkıntı kaplamıştı. Bu gün sarayda önemli misafirleri olacaktı. Ne kadar gelecek olan kişi ağabeyi de olsa bir ülkenin kralıydı ve ona göre karşılanması gerekiyordu. Yıllardır iki ülkenin sınırını yoklayan sınır ülkelerle savaş kaçınılmaz görünüyordu ve bunun için ağabeyiyle sıkı bir görüşme yaşması lazımdı. Üstelik üçüzler hakkında sokaklarda dolaşan bir hikaye bile çıkmıştı. Kim yayıyordu bilmiyordu ama Travuz krallığının aslında ikiz değil üçüz varisleri olduğu söylentisi hikaye olarak sokaklarda yayılmaya başlamıştı. Kimse bu duruma inanmasa da akıllarda bir ‘acaba’nın oluştuğunun da farkındaydı genç kadın.

“Krlaiçem?” Kriss ve Samira aynı anda genç kadına selam verirken Elizabeth ikiliye kısa bir bakış atarak iç çekmişti.

“Gwen nerede Kriss?”

“Ormana gitti!” Kriss ilk kez sakin bir şekilde genç kadına cevap veriyordu. O kadar ki kızının ormana gittiğini bu kadar sakin karşılaması Elizabeth’in şüphelerini haklı çıkarıyordu. Gerekmedikçe sivil halkın düşüncelerini okumayan genç kadın Kriss’e bakarak “Bana anlatmanız gereken bir şey var mı arkadaşlar?” dedi. Kriss başını sallayarak “Bende size gelecektim,” dediğinde Elizabeth arkasını dönerek yürümeye başlamıştı. Onlarla ayaküstü herkesin duyabileceği bir yerde konuşamazdı. Kraliçeyi takip eden ikili oldukça sessizdi. Samira kocasının sessizliğinden hoşlanmasa da yapacak bir şeyi yoktu. Kraliçenin ana salona girdiklerinde Kriss ve Samira da onu takip etmişti.

“Siz dışarıya çıkın içeri kimse girmeyecek.” Elizabeth oda görevlilerini dışarı çıkarırken genç kadın kendine ait olan taht büyüklüğündeki koltuğuna geçip oturmuştu.

“Evet sizi dinliyorum.” İkili karşısında elleri önünde birleştirilmiş bir şekilde dururken Elizabeth Samira’ya bakarak “Sen otur,” dedi. Kadın hamileydi ve karnı oldukça büyümüştü.

“Böyle iyiyim kraliçem.”

“Sana sormadım, otur dediysem otur.” Genç kadın kraliçenin emriyle sağdaki koltuklardan birine otururken Kriss derin bir nefes alarak konuşmaya başlamıştı.

“Kraliçem, dün gece ormanda Gwen’in ziyaretçisi vardı.” Kriss gözlerini kraliçeye dikerek devam etmişti. “Gwen’i daha önce görmediğim büyüklükte bir kurdun pençeleri arasından aldım,” dediğinde Samira dayanamayarak yerinden kalkmıştı.

“Sen ne diyorsun Kriss?”

“Otur Samira, devam et Kriss… Dün gece ne oldu?”

“Gwen birden kulübeden çıkıp ormana doğru koşmaya başladı. Gece oldukça geç vakitti. Bende peşinden gittim. Onu açıklık alanda bir hayvanın karşısında buldum. Tahmin edersiniz ki çok korktum. Orman tehlikelerle dolu kraliçem ve gecenin bir yarısı bir çocuğun ormana çekilmesi akıl alır değil. Sizden bu sorunu çözmenizi istiyorum. Gwen’in gece yarıları ormanda işi ne?” Elizabeth genç adamın Drew’den bahsettiğini anlasa da Samira’ya belli etmemek için başını sallamıştı.

“Bu sorunu çözeceğime emin olabilirsin.” Kriss nefesini vererek başını sallamıştı.

“Kraliçem…” genç adamın sesini odanın büyük camlarından gelen tıklatma sesiydi. Elizabeth camdaki kuşu görünce kaşlarını çatmıştı.

‘Ne yapıyorsun?’ Elizabeth camdaki kuşa söylenirken kuşun ısrarla camı gagalaması genç kadını sinirlendirmişti.

“Siz çıkabilirsiniz arkadaşlar. Ben bu soruna çözüm bulacağım. Gwen ormana gitmiş, Aidan da peşinde. Gidip onları bulun.” Kriss camdaki kuşa ters bir şekilde bakarak karısının elini tutup onu oturduğu yerden kaldırmıştı. Genç kadınla kapıdan dışarı çıktığında kapı arkalarından hemen kapanmıştı.

“Senin burada ne işin var?”

“Kızım Kriss’e baba diyor!” kuş insan formuna dönerken kral Drew öfkeyle kardeşine çıkışmıştı.

“Ne var bunda? Gwen’i onlar büyütüyor. Küçük kızın aile sevgisi içinde büyüyor.”

“Anlamıyorsun Elizabeth, kızım dün gece benden korkup ona sığındı, bu ne demek biliyor musun? Bizden tamamen kopmaya başladı.”

“Saçmalama Drew, gecenin bir yarısı Gwen’i ormana çağırmakta ne oluyor. Tanrı aşkına o daha bir çocuk, asil kan olabilir ancak o bir çocuk. Elbette korkacak.” Drew üzgün bir şekilde koltuğa çökerek başını avuçlarının arasına almıştı.

“Onu görmek istedim.”

“Gündüzler ne güne duruyor?”

“Ormanda ona bir şey olmaz, onu koruyorum.”

“Senin gücün hayvanlar üzerinde Drew, ormanda sadece hayvanlar yok. Birçok zararlı bitki var. Bunu unutuyor olamazsın.”

“Bitkileri Flora hallediyor.” Elizabeth bıkkınlıkla iç çekerken başını iki yana sallamıştı.

“Ne olursa olsun, Gwen’i tehlikeye atmanı istemiyorum. Gerekirse önlem alırım ama bir daha onun gece yarısı ormana gittiğini duyarsam daha farklı davranırım.”

“Kriss’e baba diyor…” Drew yine aynı şeyi tekrarlarken Elizabeth devam etmişti.

“Samira’ya da anne diyor.” Drew hızla başını kaldırırken Elizabeth dayanamayarak abisinin dizlerinin önüne çökmüştü.

“Onun bir annesi var.” Drew acı içinde söylenirken Elizabeth başını sallamıştı.

“Biliyorum, onun bir annesi var. Ancak Gwen’in aile sevgisinden uzak büyümesine razı olamazdım. Onlar Gwen’i güven içinde tutuyor. Şu çıkan kadın var ya, hamile olmasına rağmen birçok kez kızını kötülüklere karşı korudu. Tahmin edersin ki Gwen kolay bir çocuk değil. Üstelik kimin çocuğu olduğunu bilmeden annelik içgüdüsüyle yapıyor bunu. Karnındakini düşünmeden.”

“Katren buna dayanamaz.”

“Katren bunu anlayacaktır. Ne olursa olsun Gwen’i tehlikeye atacak şeyler yapma. Köylerde hikayeler anlatılmaya başlandı Drew. Eğer bu hikayeler diğer ülkelere de yayıldıysa savaş kapıda demektir.”

“Ne hikayesi?”

“Travuz kralının üçüz çocukları oldu hikayesi. Gittikçe daha da yayılıyor. Gorion’da pek önemsenmese de diğer krallıklar tehdit olarak algılayacaktır. Hazırlıklı olmalısın. Prenslere daha çok dikkat etmelisin.”

“Hikayeleri kimin yaydığı belli mi?”

“Bilmiyorum ama bir tahminim var. Emin olmadan sana söyleyemem.” Bir süre daha konuşan ikili ortak kararla Gwen’i bir süre görmemesi konusunda anlaşmışlardı. Ancak bu günkü ziyaretle bunun mümkün olmadığını ikisi de biliyordu.

“Kaçta teşrif edecesiniz, küçük prensler sabırsızlanıyor.”

“Birazda saraydan hareket ederiz. Benim gitmem lazım.” Drew geldiği yolla saraydan ayrılırken köşede kıvrılan jaguarına bakarak iç çekmişti.

“Gwen’i bulup gel Kara,” diye hayvana emir verirken kendisi de oğluna bilinçaltı mesaj göndererek saraya dönmesi konusunda emir vermişti.

***

Her şey hazırdı ve yola çıkmak için kralı onlara emir vermesini bekliyorlardı. Genç adam kraliyet kaftanını giyerek sarayın koridorlarında ilerlerken iki yanında prensleri vardı. Drew öncelikle annesi ana kraliçe Nadia’ya uğramış onunla vedalaştıktan sonra halası Almira’nın odasına uğrayarak küçük kuzeninin hazırlanıp hazırlanmadığına bakmıştı. 

“Kralım hoş geldiniz!” küçük kuzeni Alera reverans yaparken Almira kızına gururla bakmıştı.

“Onu göndermek istediğine emin misin Almira, kızımın orada güvende olacağına nasıl emin olabiliyorsun?” Ronald kızının Gorion krallığına gitmesini istemiyordu. Ancak küçük kızı ağabeyi kral Adrian’ı görmek için oldukça ısrar etmişti.

“Ama baba ben Adrian’ı özledim. Hem abimin yanında bana kim zarar verebilir ki?” Almira kocasına ‘duydun mu?’ bakışı atarken Ronald bu kez Drew’e dönmüştü.

“Sen bir şey demeyecek misin?” dedi.

“Ne diyebilirim ki Alera haklı, ona kim zarar vermek isteyebilir ki? Merak etme Ronald, kızını güvenle geri getireceğim.”

“Umarım.” Ronald eğilerek kızın yanaklarını öpmüştü. Almira kocasıyla kızına aşkla bakarken elindeki mektubu Drew’e uzattı.

“Bunu Adrian’a verirsin.” Dedi. Sonra Elizabeth ve Flora’ya verilmek üzere iki mektup daha vermişti. Drew mektupları alarak küçük kızın elini tutup odadan ayrılırken Almira ve Ronald’ta onları takip etmeye başlamıştı.

“Kralım gideceğimiz yer güzel mi?”

“Güzel canım, ama sen görünce kendin karar verirsin olmaz mı?” Alera hızla başını sallarken sarayın büyük avlusuna çıkış yapmışlardı. Oldukça kalabalık bir gurup olmuşlardı. Ne de olsa kral ve iki prensini koruyacaklardı. Prens ve prensesler için hazırlanan arabada yanlarına sadece Drew’in en güvendiği adamlarından biri olacaktı. Yol boyu çocuklara eşlik edecek, olumsuz koşullarda onları koruyacaktı. Kendisi ise at üstünde ilerleyecekti.

“Kralım?” Drew kendisine selam veren kraliçesi Katren’e onun anlayacağı bir hüzünle bakarak gülümsemişti. Karısı yıllar içinde acısıyla yanıp kavrulmuş, gözlerindeki ışık sönmüştü. Kraliçenin gülmeyen yüzü sarayda çokça konuşulsa da kimse cesaret edip dile getirmemişti. Özellikle iki prensi doğduktan sonra daha keyifli olması beklenen kraliçenin bu hali ister istemez dikkat çekiyor, anlatılan hikayelerin doğru olma olasılığını kuvvetlendiriyordu.

“Kraliçem!”

“Anne!” iki prens koşarak annelerine sarılırken Katren ikisine de sıkıca sarılmıştı. Onlardan doğduklarından beri ilk kez ayrılacaktı. Ama buna alışması gerekiyordu biliyordu. Prensler büyüyor ve yakında görev almaya başlayacaklardı. Eli Falcon’un saçlarına dolaşırken küçük prensin muzip bir şekilde gülümsemesi genç kadını da gülümsetmişti. Katren’i zaten gülümseten iki kişi vardı, iki küçük prensi. Doğumdan sonra ister istemez birçok kişiye mesafeli durmaya başlamıştı. Kendi kabuğuna çekilen genç kadın Drew’i çaresiz bırakıyordu. Koca bir ülke yönetiyor ancak kendi ailesini toparlamak için elinden bir şey gelmiyordu. İki prens anneleri ile vedalaşırken Drew oradakileri umursamadan karısının alnını öperek geri çekilmişti.

“Kendine dikkat et kraliçem, sizi bu şekilde görmek beni çok üzüyor.”

“Elimden geldiğince iyi olmaya çalışıyorum.”

“Dilerseniz babanızı görmeye gidebilirsiniz. Yanınıza en iyi askerlerimi bırakıyorum.”

“Saraydan ayrılmak istemiyorum.”

“O zaman prens Lousi yanınıza çağırın size eşlik etsin.” Katren başını sallarken Drew yeniden karısının alnını öperek atına binmişti.

“Yola çıkıyoruz!” kralın emriyle gurup yola çıkarken öncü olarak gönderdiği hayvan birliğinden olumsuz bir haber gelmediği için içi rahattı. Saray avlusunun büyük kapılarının sürgüleri açılıp krala yol verildiğinde kralının Gorion ülkesine gideceğini duyan ve onu selamlamaya gelen halkı kralı coşkuyla karşılamıştı. Atlılar hızlı bir şekilde öne geçerek önlem alırken kral ve çocuklar ortada askerlerin arasında ilerlemeye başlamıştı.

“Kralım, akşama doğru Gorion krallığında oluruz. Yolsa uğramak istediğiniz bir yer var mı?” yakın koruması genç adama sorarken Drew olumsuzca başını sallamıştı.

“Bir yere uğramadan sınırı geçeceğiz. Dikkatli olun, özellikle prenslere dikkat edin.”

“Emredersiniz kralım,” diyen adam öne atılırken sonunda kalabalıktan çıkan gurup daha sakin yollarda ilerlemeye başlamıştı. Onları ne gibi sürprizler bekliyordu bilmiyordu ama en çok merak ettiği prensesi ile kardeşlerinin anlaşıp anlaşmayacağıydı.

***

32720cookie-checkAsil Kan II – 6. Bölüm

13 yorum

  1. Üzün zaman sonra tekrar Asillerle buluşmak eski bir dostla karşılaşmak gibi oldu, elinize sağlık.

  2. Nadia ve Almira neden tanisamiyor Elizabeth çocuklarıyla gidemiyoar anlamadım :/ ah Gwen tanışacak kardeşleri ile umarım anlaşırlar ❤️Drew haklı ya kızını goremiyorlar başkasına baba anne diyor çocukları:'( Emily gücü ne ki bilememisler hala normal insan gibi davranıyormus garip :/ Gwene ne zaman soyleyecekler ailesi olmadıklarını büyüyünce öğrenmesi kötü olmaz mı ?

  3. Uzun zaman oldu yazarım bölümü keyifle okudum emeğine sağlık canım yeni bölümü merakla bekliyorum

  4. ister kral ol ister kraliçe anne babalık daha başka.. kızını kıskanmak en doğal hakkı ama aması var

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir